Arafta Beklerken: Sonsuza Dek…
Sonsuza Dek (Eternity), akıl sağlığı yerinde olan insanların takıntı yapmadığı ve hiç de eğlenceli olmayan ölüm ve sonrasına ilişkin paradoksal şekilde yaratıcı, eğlenceli ve izlemeden önce kafanızda oluşan önyargıyı ters yüz eden bir film.
Sonsuzluk uzaya ilişkin bir kavram, uzay da sonsuz değilse!.. Canlı yaşamı ise sonsuz değil. Diğer bir deyişle her canlı ölümlüdür. Sanırım bu yüzden ülkemiz mezarlıklarında bu durum “her canlı ölümü tadacaktır” lezzetinde bir sloganla gözümüze sokulur. Peki ölüm tadılacak bir olgu mudur? Şüphesiz amacım bir film eleştirisi yazısı bağlamında yaşamın anlamını sorgulamak değil.
Sonsuza Dek (Eternity), akıl sağlığı yerinde olan insanların takıntı yapmadığı ve hiç de eğlenceli olmayan ölüm ve sonrasına ilişkin paradoksal şekilde yaratıcı, eğlenceli ve izlemeden önce kafanızda oluşan önyargıyı ters yüz eden bir film.

AŞK VE EVLİLİK ÜZERİNE !
Larry ve Joan 65 yıllık uzun bir evlilik maratonu sonrasında sırayla ebediyete intikal ederler. Larry her zamanki aceleciliğiyle kraker yerken boğulmuş ve önden gitmiş; kanser olan Joan ise onu çok bekletmeden arkasından ahiret trenine binmiştir. Sonsuza Dek, ölüm gibi travmatik bir olgudan yola çıkan aşk ve evlilik üzerine bir film aynı zamanda…
İlk giden Larry (Miles Teller), ahiret treninden indiğinde ölen her kişide yaşanan idrak sorununu yaşar ve ölmediğini iddia eder. Arafta kalma süresi bir haftadır ve süre sonunda ebediyetini hiç değişmemecesine seçmek zorundadır. Ebediyetlerin aralarında neler yoktur ki!..
Laryy’nin arkasından ahirete gelen Joan (Elizabeth Olsen) ise zor bir durumla karşılaşır. Çünkü 67 yıl önce Kore savaşında ölen ve bunca yıl onun gelmesini bekleyen ilk kocası Luke (Callum Turner) ile kocası Larry arasında bir seçim yapmak zorunda kalır.
Daha önce vurguladığımız gibi yaşarken fazla düşünmediğimiz bir olgu ölüm… Böylesi bir konuyu eğlenceli, komik diyaloglar aracılığıyla beyaz perdeye taşımış yönetmen David Freyne… Film 112 dakikalık süresine karşın Freyne’in, rahat akan sinema diliyle keyifle izleniyor; sonunda oluşan sarkma hissini görmezden gelirsek…
BAŞARILI MEKAN TASARIMI
Sonsuza Dek, özellikle mekan tasarımıyla öne çıkan bir film. Günümüzde dijital teknolojinin olanaklarıyla fütüristik yaklaşımları sinema aracılığıyla ifade etmek, yönetmenler açısından daha kolay. Büyük yönetmen Fritz Lang, Metropolis (1927) isimli kült filmini sinemanın emekleme döneminde yapmış ve gününün çok ötesindeki mekan tasarımlarıyla bugün bile sinemacıları kıskandıracak bir sinematografik dünya kurmuştu.
Yönetmen Freyne, filminin dünyasını kurarken özel efektlerden yararlandığı kadar aynı zamanda naif dekorlardan da yararlanmış. Bu melez yaklaşım (konuk odalarındaki gün doğumu-batımı ve geceyi temsil eden bez resimler) filme katkıda bulunan bir sonuç oluşturmuş.
ÖNE ÇIKAN SİNEMATOGRAFİK UNSURLAR
Filmin öne çıkan sinematografik unsurlarının başında sanat yönetimi ve görüntü yönetiminin geldiğini vurgulayalım. Özellikle mekan tasarımında Sanat Yönetmeni Andrew Li’nin dokunuşları filmin gereksindiği atmosferi başarıyla oluşturuyor. Larry karakterinde, yakın zamanda ikincisi çekilen Top Gun: Maverick (2022) filminin akıllarda yer eden oyuncusu Milles Teller’ın, etkili bir oyunculuk performansı sergilediğini belirtirken; partneri Joan rolünde Elizabeth Olsen’in rol çalma çabalarının etkisiz kaldığını da ekleyelim.






