43. İstanbul Film Festivali İzlenimleri
Gecenin ilk Sinema Onur Ödülü, toplumsal meselelere değinen, kadın hikâyelerinin işlendiği filmlerdeki rolleriyle tanınan usta oyuncu Meral Orhonsay’a sunuldu.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından N Kolay sponsorluğunda düzenlenen 43. İstanbul Film Festivali, 16 Nisan Salı akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan açılış töreniyle başladı.
43. İstanbul Film Festivali dünya sinemasının en yeni örnekleri, kült yapıtlar, usta yönetmenler ve genç yeteneklerin son filmlerinin de aralarında olduğu 132 uzun metrajlı ve 12 kısa filmden oluşan zengin bir programla perdelerini açtı. Festivalde, 12 gün boyunca, film gösterimlerinin yanı sıra konuk yönetmen ve oyuncuların katılımıyla yapılacak söyleşiler, özel gösterimler ve etkinliklerle sinema dolu günler yaşanacak.
43. İstanbul Film Festivali, 16 Nisan Salı akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan açılış töreniyle başladı. Tuğrul Tülek’in sunuculuğunu üstlendiği 43. İstanbul Film Festivali açılış töreninde, Engin Ayça ile Meral Orhonsay 2024 Sinema Onur Ödülleri’ni aldı.
FESTİVALİN SİNEMA ONUR ÖDÜLLERİ
Gecenin ilk Sinema Onur Ödülü, toplumsal meselelere değinen, kadın hikâyelerinin işlendiği filmlerdeki rolleriyle tanınan usta oyuncu Meral Orhonsay’a sunuldu. Yılmaz Güney’in Cannes’da Altın Palmiye kazanan Yol, Yavuz Özkan’ın Maden filmleri de dahil olmak üzere 60’ı aşkın sinema filminde rol alan ve kariyeri boyunca birçok ödüle layık görülen, Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncularından Meral Orhonsay, ödülünü festival direktörü Kerem Ayan’dan aldı.
43. Festivalin ikinci Sinema Onur Ödülü, yıllardır sinema sektörüne farklı alanlarda katkıda bulunmuş çok yönlü bir kültür ve sanat insanı olan Engin Ayça’ya sunuldu. Çeşitli belgesel film ve kültür programlarının yönetmenliğini üstlenen, Bez Bebek, Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu gibi başarılı kurmaca filmlerle birçok belgesele imza atan, ayrıca uzun yıllar üniversitede verdiği derslerle, ülkemiz sinemasına katkıda bulunan sinemacıların yetişmesinde de payı bulunan Engin Ayça’ya ödülünü sinemamızın kült filmlerine de imza atan görüntü yönetmeni Çetin Tunca takdim etti.
Festivalde bu yıl ayrıca iki saygın isme daha Sinema Onur Ödülü sunuluyor. Japon sinemasının en tanınmış oyuncularından Koji Yakusho ve MUBI işbirliğiyle festivale katılan usta yönetmen Wim Wenders. Festival programında Wenders’in üç filmi de gösterilecek; Dört Filmde Koji Yakusho bölümündeyse usta oyuncunun başrolünde olduğu filmler yer alıyor. Festivalde izlediğimiz bazı filmler hakkındaki izlenimlerimizi de okuyucularımızla paylaşalım.
FESTİVALİN AÇILIŞ FİLMİ HIT MAN
Festivalin açılışı, “Genç ve Heyecanlı” (Dazed and Confused) filmi ile tanınan yönetmen Richard Linklater’ın, sinemanın sevdiği ve pek çok filme de konu olan kiralık katiller üzerine kurulan ve yönetmenin mizahla harmanladığı, Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan Hit Man filmi ile gerçekleştirildi. Çakma suikastçı bir üniversite hocasının hikayesi üzerine kurulan ve sistem eleştirilerini ihmal etmeyen, aksiyon komedi türündeki Linklater’ın yeni filmi Hit Man, klasik bir festival filmi olmaktan öte 43. İFF için keyifli bir açılış filmi oldu.
İMPARATORLUK
Festival programında her sene zayıf halkalar mevcuttur. Bir bilim kurgu denemesi olan İmparatorluk, 43.İFF’nin zayıf halkalarından. Uzaylıların dünyalarını ele geçirdiğinin farkına varmadan kendi küçük dertleri içinde yaşayan dünyalılarla, sıfır ve birlerden oluşan uzaylı gurupların birbirleriyle girdiği iktidar mücadelesi yaşam, varoluş ve pek çok filme konu olan ütopik insan-uzaylı ilişkisi üzerine varsayımlar üretiyor.
MUTFAK
Festivalin dipçik gibi filmlerinden birisi ve siyah beyaz dünyasıyla Mutfak, kapitalizmin başkenti New York’un görünmeyen öteki dünyasını, Raşid isimli göçmen kökenli bir patronun işlettiği Grill isimli Manhattan restoranı üzerinden anlatan yönetmen Alonso Ruizpalacios, ırkçılık, eşitsizlik, yoksulluk, adaletsizlik vb. problemler üzerine yoğunlaşıyor ve az gelişmiş-gelişmiş paradoksunun yarattığı çatışmaların üzerine filmini bina ediyor. Mutfak bir bakıma toplumu sembolize ediyor. Üst katta ödenen bedelleri bilmeden ya da umursamadan yemeklerini yiyenlerle (sistemin rantını yiyenler) alt katta ise ayakta kalmak için sürüngenlik koşullarında mutfak çalışanlarının dünyası… Yönetmen Ruizpalacios, dünyanın adaletsiz düzeninin simgelerinden New York üzerinden, günümüz dünyası üzerine etkili bir okuma yapmış. Filmin dünyasını başarıyla yansıtan görüntü yönetmenliği çalışmasına da vurguda bulunalım.
PET SHOP DAYS
Ünlü İngiliz pop müzik ikonu Pet Shop Boys’un kurucularından fiziksel esintiler de taşıyan suç ve gerilim filmi Pet Shop Days, Amerikanın karmaşık popülasyonunun yarattığı paradokslara yoğunlaştığı kadar, batının maddi yaşamının yarattığı sosyal iletişimsizlik ve gençler üzerinde yarattığı tahribat ve umutsuzluk üzerine yönetmen Olmo Schnabel öyküsünü kurmuş. Genel anlamda karanlık bir atmosferin egemen olduğu bu suç ve batakhane filminin sabrı zorlayan tekrarlar içerdiğinin de altını çizelim.
PEPE
İstanbul Film Festivali ülkemizin en önemli uluslararası film festivali olma özelliğini taşıyor. Bu bağlamda bu önemli festival her sene farklı kültürlerin, farklı inançların, farklı dillerin yarattığı karmaşık zenginliğin sinema tutkunlarıyla buluşmasına aracılık ediyor. Pepe, Afrika’daki anavatanlarından koparılan bir gurup gergedanın öyküsünü onların ağzından anlatan çevre dostu bir film. Bu zor izlenen ilginç filmde, anavatanından koparılıp Kaliforniya’ya götürülen bir gurup gergedanın yasa dışı yollarla Güney Amerikaya kaçırılması ve yaşamında gergedan bile görmemiş insanların onlarla yaşadıkları imtihan üzerine odaklanıyor
BLACK TEA
Black Tea günümüz dünyasında oluşan adaletsizlik ve onun sonucu olan yoksulluk nedeniyle yeni yurtlara yelken açan insanların arayışları üzerine odaklanıyor. Afrikadan Çin’e göç eden ve orada yaşam mücadelesi veren insanların hikayesini anlatan film, aynı zamanda yoksulluk koşullarından gelen sosyalist bir halk cumhuriyetinin eski kuşaklarıyla yeni kuşakları arasındaki zihniyet farklılıkları ve çatışmalar üzerine de saptamalar yapıyor. Aya, düğün günü müstakbel kocasına hayır demiş ve umut, sevgi ve mutluluk arayışı peşinde yaşadığı Afrika’dan, Çin’in Guangzhou şehrine göçmen olarak gelmiştir. Aya çalıştığı egzotik çay dükkanının patronu Cai ile aşka yelken açar. Cai’nin ise oldukça karmaşık bir dünyası vardır…
FİLM ANLATICISI KIZ
Festivalin keyifli seyirliklerinden biri olan Film Anlatıcısı Kız, Güney Amerika’nın çilekeş ülkesi Şili’nin, 1950’lerden Salvador Allande ve Amerika destekli Pinochet darbesini de içine alan dönemleri içeren öyküsünü, Atacama Çölü’nde bir maden kasabasında yaşayan çok çocuklu bir işçi ailesinin dramatik yaşamını merkezine alarak anlatıyor. Pazar günü, ailenin birlikte sinemaya gittikleri en önemli gündür. Film içinde film içeriyor denilebilecek bu filmde, sinema sanatının da önemli bir payı var. Maria’nın, babasının madende gerçekleşen bir patlama sonrasında engelli kalması üzerine, alımlı ve güzel bir kadın olan annesi Maria Magnolia evi terk eder. Babanın kaza geçirmesi sonrasında en büyük eğlenceleri olan sinemaya gidemeyen aile, kızları Maria Margarita’nın filmleri izleyip onlara anlatmasıyla yetinmek zorunda kalır. Maria geçim sıkıntısı yaşayan ailesine film anlatarak destek olurken, yaşam hepsini farklı yerlere savurur.
THE PERSION VERSION
43.İFF’nin keyifli seyirliklerinden başka bir film The Persion Version, tıpkı Film Anlatıcısı Kız gibi çok çocuklu kalabalık bir ailenin öyküsü. Doktor Ali Rıza, henüz çocuk sayılacak yaşta evlendiği karısı Şirin’i aldatır. Karısının kendini terk etmesini, ailesiyle birlikte 1967 yılında Amerika’ya göç ederek engeller. Kültürel anlamda bu farklı yeni dünyada hayata tutunma mücadelesi veren kalabalık İran’lı ailenin çocukları, gelenek ve göreneklerinden farklı şekilde yaşarken, kızları Leyla’nın gay olmasını kabullenemez. Bu durum dayanışmalarını ve neşelerini kaybetmelerini engellemez. Anneleri Şirin en önemli birleştirici güçtür. Film kültürel farklara karşın bir arada yaşamanın önemini de anımsatıyor.
KEHANET
Belçika’da uzun yıllardır yaşayan ve Belçika’lı hamile eşiyle yıllar sonra ülkesi Kongo’ya giden Koffi, batıda yaşadığı uzun yılların ardından ülkesinin sert ritüelleriyle yüzleşmek zorunda kalır ve bu durum spiritüel dünyaya açık olmayan bir kültürden gelen karısıyla aralarında gerilim oluşturur. Bu süreci aşıp yollarına devam etmelerinde Koffi’nin kız kardeşi Tshala’nın renkli kişiliği ve barışçıl kimliği önemli destek sağlar. Farklı kültürlerin birlikteliğindeki zorlukların altını çizen Kongo’lu yönetmen Baloji, aynı zamanda Afrika’ya yapılan adaletsizlikler hakkında seyirciyi düşünmeye sevk ederken, dünyaya şimdilik egemen olan Batı kültürünün sömürdüğü her yerde yarattığı yoksulluk ve cehalet hakkında da düşünmeye sevk ediyor izleyicisini…