Yazı Tura
1980’li yılların ortalarında, 12 Eylül İhtilal yönetiminin tüm engellemelerine karşın yapılan ilk seçimlerde, halkın büyük desteğini alarak tek başına iktidara gelen Turgut Özal’ın hafife aldığı olaylar zinciri, zaman içinde ülkemizin insanlarının iç dünyalarında onarılamayacak travmalar yarattı. Bu travmaya neden olan olaylar zinciri, yakın geçmişte kısmen duruldu. Bu süreçte Yeşim Ustaoğlu’ndan, Handan İpekçi’ye, Reis Çelik’e, Kazım Öz’e ve son olarak Uğur Yücel’e kadar bir kısım sinema sanatçısı, bu travmayla sinema sanatının etkili gücüyle yüzleşme çabası içinde görünüyor…
YAZI TURA
Yönetmen, Senaryo: Uğur Yücel
Görüntü Yönetimi: Barış Özbiçer, Ahmet Emre Tanyıldız, Tayfun Çetindağ, Roy Kurtluyan
Müzik:
Oyuncular: Olgun Şimşek, Kenan İmirzalıoğlu, Bahri Beyat, Engin Günaydın, Erkan Can, Settar Tanrıöğen, Teoman Kumbaracıbaşı, Mizgin Kapazan, Sultan Gündüz
Yapım: Mayahana Film, 2004
1980’li yılların ortalarında, 12 Eylül İhtilal yönetiminin tüm engellemelerine karşın yapılan ilk seçimlerde, halkın büyük desteğini alarak tek başına iktidara gelen Turgut Özal’ın hafife aldığı olaylar zinciri, zaman içinde ülkemizin insanlarının iç dünyalarında onarılamayacak travmalar yarattı. Bu travmaya neden olan olaylar zinciri, yakın geçmişte kısmen duruldu. Bu süreçte Yeşim Ustaoğlu’ndan, Handan İpekçi’ye, Reis Çelik’e, Kazım Öz’e ve son olarak Uğur Yücel’e kadar bir kısım sinema sanatçısı, bu travmayla sinema sanatının etkili gücüyle yüzleşme çabası içinde görünüyor. Bu halkanın belki de son zinciri Uğur Yücel’in Yazı Tura filmi olmayacaktı. Ama Uğur Yücel bu filmi kotarabilmek için üçbuçuk yılını verdiği için bu bağlamda şimdilik son film de Yazı Tura oldu. Yazı Tura, Uğur Yücel’in aynı zamanda ilk uzun metrajlı filmi. Filmin bir başka özelliği ise sayısal (digital) kamera kullanılarak çekilmiş olması.
Uğur Yücel’in filmi iki Güneydoğu gazisinin askerlik sonrasındaki yaşamı üzerine yoğunlaşan bir film. Bunlar, Göreme’den Şeytan Rıdvan ile, İstanbul’lu Hayalet Cevher’dir. Her iki karekter yaşamın içinden süzülmüş bağlantılarla ele alınmış. Rıdvan askerlik öncesi yaşadığı ilçede arkadaş çevresi olan, futbola meraklı, hatta gelecek yaşamını futbolculuk üzerine kurma düşleriyle yaşayan bir gençtir. Geleceğe dönük düşleri arasında onu hala küçük bir çocuk gibi seven yaşlı annesi ve sözlüsü Şefika’dan başka kimse yoktur. Rıdvan’ın yaşamında askerlik öncesi ve sonrası diye iki dönem oluşmuştur. Öncesinde vatani görevini yapmak için gittiği askerlik sırasında PKK ile çıkan çatışma sonrasında kaçmakta olan yaralı bir kadın militanı, dur uyarısına ateşle karşılık verdiği için tarayarak öldürür. Cesetlerin kontrol edilmesi sırasında, asker arkadaşlarından biri öldürülen kadın militanın cebinden Rıdvan’la birlikte çekilmiş bir fotoğraf bulur. Fotoğrafı gören Rıdvan yıkılmıştır. Çünkü öldürmüş olduğu kadın militan, ortaukuldan sınıf arkadaşı ve ilk aşkı Elif’dir. Kendini kaybeden Rıdvan, havaya ateş açarken bilinçsizce çevrede koşuşturmaktadır. Bu sırada bastığı bir mayın Rıdvan’ın sağ ayağını dizinin altından parçalar. Sonrasında ise bir gazi olarak döndüğü memleketinde yavaş yavaş sivil yaşama alışma çabası içindedir. Bu süreçte sıklıkla görüştüğü ve ticaret yapan arkadaşı Sercan, çevrede saygı gösterilen ve seramikle uğraşan Firuz gibi kişilerle buluşarak içerler ve sohbet ederler. Gerek bu sohbetlerde gerekse de kahveye gittiğinde yaptığı sohbetler sırasında Rıdvan’ın yaşadığı travma peşini bırakmaz ve Rıdvan, bulunduğu mekanları genellikle olay çıkararak terkeder. Genç adamın yaşama tutunma umudu olan sözlüsü Şefika ise, ona mesafeli durmaktadır. Rıdvan evlenme taleplerine karşın Şefika’dan kaçamak cevaplar almaktadır. Ayrıca Şefika’nın annesi de kızının bir topalla evlenmesini istememektedir. Şefika’yı kaçırma planları yapan Rıdvan, bir gece geç saatte kıza telefon açtığında aldığı Sercan yanıtıyla beyninden vurulmuştur. Şefika’nın evine giden Rıdvan, Şefika’nın Sercan’la kaçtığına tanık olur. Bu arada protez bacağını da düşüren genç adam olayı çaresizlikle seyretmiştir. Sonrasında ise hep yanında taşıdığı tabancasıyla ağzına ateş ederek intihar eder. Geride, olanları sezmişçesine yolda bulduğu takma bacakla oğlunu arayan çaresiz annesi kalmıştır.
Cevher’in ise farklı bir yaşamı vardır. Toplumumuzda “delikanlı” diye tanımlanan normlar içinde davranan, milliyetçi ve çabuk sinirlenen bir mizaçtadır. Askerlik sonrasında çek senet mafyası içindeki belirsiz dünyadan bir çıkış bulabilme umuduyla, uzun süredir planladığı tren istasyonundaki büfeyi açabilmek için çalışmaktadır. Cevher, Halkalı tren istasyonunda açmak üzere olduğu Gazi Büfe’nin son rötuşlarıyla uğraşmaktadır. 1999 Ağustos yazı çok sıcak geçmekte, Cevher’in sıklıkla tartıştığı babası da sıcaktan bunalmaktadır. Cevher’in ihtiyaçlarını karşılamak için paraya çok sıkışık olduğu bir dönemde, alacaklı olduğu Muhittin borcuna sadık kalmayınca, sinirle adamın işyerini basan Cevher, Muhittin’in kafa derisini keser. Askerlik sonrasında ciddi travmalar yaşayan ve öfkesini kontrol edemeyen Cevher’in, aynı zamanda sağ kulağı da askerde zarar görmüş ve sağır olmuştur. Bu arada büyük Marmara Depremi olmuş, Cevher depremde amcası Maksut’u kaybetmiş, babası ise şans eseri enkazdan sağ çıkmıştır. Diğer yandan Cevher’in yaşamında deprem yaratacak bir başka olay gelişir. Babasının, Cevher henüz doğmamışken birlikte yaşadığı Rum kadını Tasula ile ondan olma ağbisi Teoman Yunanistan’dan çıkagelmiştir. Bu durum ise Cevher için büyük bir şok yaratır. Genç adam ağbisi Teoman’ın ısrarlı tavrıyla bir gece odasında onunla hesaplaşır. Çocukluk yıllarının masumiyetini istismar eden bir komşudan ötürü Teoman homeseksüel olmuştur. Cevher gibi “delikanlı” kimlikli bir genç adam için bu kabul edilemeyecek bir durumdur. Teoman’la vedalaşan Cevher, Muhittin’e gider. Cevher’i sarhoş bir vaziyette cep telefonundan arayan Teoman, onunla konuşmak istediğini söyler. Buluştuğu barda Teoman’la kısa bir konuşma yapan Cevher bardan ayrılır. Yolda sarhoş bir şekilde yürümekte olan Teoman’a musaallat olan kişilerle çıkan kavganın gürültüsünü bulunduğu yerden duyan Cevher, hızla olaya müdahele ederek adamlardan birini öldürür.Teoman’ı iyileştirmesi için Muhittin’e bırakan Cevher’i kaçarken polisler Tarlabaşı’nın ara sokaklarında sıkıştırırlar.
Uğur Yücel, kameranın arkasına geçmeden önce kameranın önünde önemli performanslar sergilemiş bir sanatçı. Oyunculuğuyla akıllarda yer eden Uğur Yücel, daha önce “Alacakaranlık” gibi televizyon dizi filmleriyle de yönetmenliğe ısınma turları atmıştı. Yücel, ilk uzun metrajlı denemesinde kamerasını içburkan olaylara yönlendirmiş. Film PKK’yla yapılan mücadelede yer almış iki gazinin yaşamı üzerine yoğunlaşıyor. Fakat bu yoğunlaşmalardan Rıdvan’ın askerlik sonrasındaki yaşamı olaylarla bağlantılı gelişmesine karşın, Cevher’in yaşamı sanki bu eksenden saparak başka bir yörüngeye oturuyor. Filmin başlarında iki askerin birlikte çekilmiş samimi bir fotoğrafını anımsadığınızda, ortak travma yaşamış iki kişinin yaşamından genel tespitlere uzanmaya çalışan bir filmde içiçe geçmiş ve organik bağlantısı olan bir öykü yerine sanki iki bölümde anlatılmış farklı iki öyküyü izliyorsunuz. Şüphesiz bu yönetmenin tercihi, ama tercihi sorguladığınızda Cevher karekteriyle bağlantılı örülen olay örgüsünde Rum etnik bağlantılarının amacı soru işaretleri bırakıyor. Bir taşla birden fazla kuş vurmak amacıyla yapılmış duygusu da veren Rum bağlantısı filmin anlamını karıştırıyor.
Bir yönetmenin filmini değerlendirmede ki en temel unsurların başında öyküsünü nasıl anlattığı gelir. Bu anlatımın gücünün etkili olmasında, şüphesiz ne anlatıldığı da önem taşır. Nasıl anlattığı meselesinin önemli sacayağı sinema dilini nasıl kurduğudur. Diğer yandan biçimin seçimi de filmin estetik koşulları açısından önemli katkılar yaratır. Uğur Yücel filmini sayısal (digital) kamera kullanarak çekmeyi tercih etmiş. Bu tercihin önemli yanları genç insanların bir uzun metrajlı filmde görüntü yönetmenliği yapmasına katkı oluşturması. Ayrıca filmin görüntüleri açısından kameranın sallanmasının az olduğu kısımlarda son derece estetik, kaliteli resimler dikkat çekici. Fakat Yeni Dalga Hareketi ve Jean Luc Godard’la başlayan ve Dogma Hareketinin manifestosunun ana unsurlarından biri haline gelen yerleşik estetik dışında omuzda, sallantılı kamera kullanımını Uğur Yücel’de tercih etmiş. Bu tercihin ana amacı, seyircinin ele alınan temayı izleme rehavetine kapılmadan sorgulayarak izlemesini sağlamaya yönelik görünüyor. Fakat öykünün kendi içinde taşıdığı dram kamera tarafından ayrıca vurgulanmasa da yeterince dikkatle izleniyor. Yücel, özellikle iki karekterinin öne çıktığı bölümlerde onların yakın planlarını göstererek çalışmayı tercih etmiş. Bu yakınlık, samimiyet duygusu sizi onlarla daha paylaşımcı olmaya zorluyor. Fakat genel olarak nasıl anlatıldığı sorununa baktığınızda sürekli yakın plan tercihi bir bakıma sizi genelden kopardığı için olayların serimindeki merak duygusuna da hizmet eden bir işleve dönüşmüyor. Sonrasında ise gerek omuzda kullanılan kamera tercihi ve gerekse sıklıkla kullanılan yakın planlar bir amaca hizmet eder duygusu vermiyor.
Filmin oyunculuk açısından tutturduğu standart hakkında söylenebilecek şeylerin çoğu olumlu. Özellikle Olgun Şimşek, Rıdvan karekterini oldukça başarıyla canlandırıyor. Gerek şive becerisi, gerekse de kendisini toplum için feda ettiğini düşünen fakat karşılığında istediğini bulamayan bir genç adamın yaşadığı insani dramı, psikolojik sıkıntıları başarıyla yansıtıyor. Olgun Şimşek’in bu rolüyle 10 Ekim günü sonuçlanan 41.Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü de aldığını belirtelim. Ayrıca Yazı Tura filminin on dalda Altın Portakal’ı da kucakladığını anımsatalım. Bu ödüllerin içindeki en değerlilerinden “En İyi Film” ve “En İyi Yönetmen” ödüllerini de Yazı Tura filminin aldığını ekleyelim. Diğer yandan Olgun Şimşek’in annesini canlandıran ve aslında Göreme’de bir gözlemeci de çalışan Sultan Gündüz’ün, yaşamı boyunca sinemaya bile gitmemesine karşın başarısını görmezden gelmemek lazım. Fakat bu başarının arkasında Uğur Yücel’in büyük payı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Ayrıca Erkan Can ve Engin Günaydın oyunculuk başarılarıyla dikkati çeken diğer oyuncular. Kenan İmirzalioğlu ise, ne yazık ki üzerine yapışan Deli Yürek tiplemesinin dışına çıkamıyor. Ama rolün gerektirdiği tarz belli açılardan şablon karekterle uyuştuğu için de, Cevher karekterini inandırıcı bir şekilde yansıtıyor. Yalnız filmin anlatımındaki inandırıcılık bağlamında, kardeşini kurtarmak için dışarı çıktığı binayla, kardeşinin saldırıya uğradığı yerin ilişkisi ilgili sahnede iyi çizilmediği için olaylar zorlama bir tesadüf kokuyor. Şüphesiz Uğur Yücel’in filminin eksi ve artı yanları var. Fakat Yücel, ülkemizin çok yetenekli bir kaç oyuncusundan biri olmasına karşın, kimlikli ve aydın duruşunu yitirmeyen, herşeyi paraya tahvil etme hırsıyla yaşamayan bir sanatçı olarak Yazı Tura filminde ülkesinin sorunlarına karşı duyarlı bir aydın tavrıyla yaklaşarak filmini ele almış ve kotarmış. Bu bağlam da onun çalışmasının, çeşitli açılardan 2004 yılının önemli Türk filmleri arasında sayılmasına katkı sağlıyor.
Bülent VARDAR