Üç Billbord Ebbing Çıkışı Missouri
Yıllar önce bir Amerika seyahatimde ıssız Richmond varoşunda otostop yapmak zorunda kaldığım siyahi orta yaşlı Amerikalı’nın ‘Buralarda dikkatli olun, zevk için adam öldürürler’ şeklindeki sözlerini hiç unutamadım…
ÜÇ BILLBOARD EBBING ÇIKIŞI, MISSOURI
Yönetmen: Martin Mcdonagh
Senaryo: Martin Mcdonagh
Oyuncular: Frances Mcdormand, Woody Harrelson, Sam Rockwell, Abbie Cornish, Lucas Hedges, Zeljki Ivanek, Caleb Landry Jones, Clarke Peters, Samara Weaving, John Hawkes, Peter Dinklage
Görüntü Yönetmeni: Ben Davis ‘BSC’
Kurgu: Jon Gregory
Müzik: Carter Burwell
Yapım Yılı ve Süre: 2017/121 dk.
Yıllar önce bir Amerika seyahatimde ıssız Richmond varoşunda, otostop yapmak zorunda kaldığım siyahi orta yaşlı Amerikalı’nın ‘buralarda dikkatli olun, zevk için adam öldürürler’ şeklindeki sözlerini hiç unutamadım. Bu sözlerin ne denli gerçeği yansıttığını değerlendirmek mümkün olmasa da, ırk ayrımından hala izler taşıyan sosyal ilişkiler ve bir film karesinden alınmışçasına kendinizi biranda içinde bulduğunuz yaşamdan kesitler, bana bu ülkeyi hep farklı tarif eder. Tür olarak, Hollywood sineması’nın, sinemaseverleri her ayrıntısı bakımından bilgi sahibi yaptığı polisiye öyküler, bana göre bu ülkenin kendine özgü sosyal yapısının beyaz perdedeki tasvirleridir.
Yönetmen Martin Mcdonagh’ın, önemli rollerinde Frances Mcdormand, Woody Harrelson, Sam Rockwell gibi oyuncuların rol aldığı “Üç Billboard Ebbing Çıkışı Missouri” filmi, ıssız bir bölgede yer alan ve uzun yıllardır kullanılmayan bilboardları, hemen bunların altında tecavüze uğrayarak vahşi biçimde katledilen kızının, faili bulunamayan cinayetini gündemde tutmak ve yerel polis şefini bu cinayete yönlendirmek üzere kiralayan acılı anne Mildred’ın, sıra dışı mücadelesini yansıtan bir öyküyü beyaz perdeye taşıyor. Crime Investigation kanalında her türlüsünü bulabileceğiniz Amerika’ya özgü küçük şehir suç öykülerinden bir benzeri sayılabilecek bu öykünün başlangıcında, kendisine şiddet uygulayan ve genç bir kadınla beraber olan, öfke dolu eski polis eşinden ayrı, yeni yetme çocuklarıyla birlikte yaşayan Mildred (Francis Mcdormand), kendisiyle araba yüzünden tartışarak eğlenceye gitmek için yürüyerek evden çıkan ancak oturdukları bölge yakınındaki bilboardların altında vahşi bir cinayete kurban giden kızının cinayetine dikkat çekmek için yıllardır kullanılmayan bu billboardları kiralar. Amacı kasabanın sevilen polis şefi Willoughby’yi (Woody Harrelson) bu cinayetin aydınlatılması için farklı bir yöntemle motive etmektir. Ancak toplum tarafından, amansız hastalığın pençesindeki günleri sayılı polis şefine yönelik olarak algılanan bu eylem hoş karşılanmaz ve Mildred’a karşı toplumsal bir tepki oluşur. Polis şefi’nin iyi niyetli ikna çabalarına karşın, yardımcılarının hoyrat tavırları ve şehir sakinlerinin de tepkisiyle aykırı bir kamuoyu oluşmuştur. Ölümcül kanser hastası Willoughby’nin sıra dışı bir yöntemi seçerek intihar etmesiyle olaylar biranda çığrından çıkar. Ancak sevilen şefin bıraktığı kişiye özel mektuplar, olayların akışını bambaşka bir yöne çevirecektir.
Kuzey Carolina’da çekilen, doğu kıyısının görkemli tabiatını ve kırsal küçük şehir yaşamını başarılı bir sinematografiyle yansıtan usta işi görüntüler, filmin önemli artıları arasında. Önemli rollerdeki Frances Mcdormand, Woody Harrelson ve Sam Rockwell, başarılı oyunculuklarıyla hemen öne çıkıyorlar. Artık ileri yaşın tüm yıpranmışlığını yansıtsa da, özellikle Missisipi Yanıyor’da (Alan Parker, 1988) 1964’te Ku Klux Klan’ın üç siyah aktivist’i öldürmesiyle, cinayeti aydınlatmak için bölgeye gelen iki FBI ajanından (Gene Hackman, William Dafoe) birisiyle platonik bir etkileşim yaşayan ve cinayetin aydınlatılmasını sağlayan ancak eşi tarafından öldüresiye darp edilen Klan üyesi şerif yardımcısının güzel eşi Mrs. Pell rolündeki Frances Mcdormand gözümüzün önüne geliyor. Özellikle oyuncuların öyküye olan katkılarını başarıyla örnekleyen bu filmdekine benzer bir öykü mü sorusu polis şefi Willoughby’nin dramatik intiharıyla cevapsız kalırken, filmin aksıda bir anda değişiyor.
Son yıllarda Amerika’yı pençesine alan her türlü şiddete ve polis’in hoyrat yaklaşımının tetiklediği, ırk ayrımcılığı gibi bu ülkenin bir türlü çözemediği bir soruna sinema yoluyla dikkat çekmeye çalışan bir tür ‘sosyal manifesto’yla karşı karşıya kalıyoruz. Kuşkusuz buradaki mesajların ne denli gerçekçi ve yerinde olduğu kısmen tartışılır olsa da, Yönetmen Mcdonagh’ın bir suç öyküsünden çok sosyal sorunlara sinema yoluyla dikkat çekmek ve buna uygun bir alt metin oluşturmak gayreti öne çıkıyor. Irk ayrımına, kadın-erkek ilişkilerine, küçük şehir yaşamından kesitlere, hala geçerli olan vahşi batı benzeri yaşam biçimlerine ve suç eğilimine ve yine bir cinayete çözüm ararken adeta bunu bir metafor haline getirerek Irak’ta işlenen bireysel suçlara değinen geniş bir yelpazede sinemasal göndermeler öne çıkıyor. Yönetmen, filmin finalinde, bu türe uygun alışık olduğumuz biçimde çözüm bulmak yerine bunu seyircinin hayal gücüne bırakıyor.
Yönetmen Martin Mcdonagh, öyküyü adeta iki ayrı bölümde değerlendirmek istercesine ilk bölümde derin netlikler ve yakın plan kadrajlar eşliğinde filmini standart sinematografi kuramının başarılı bir uygulaması haline getiriyor. Ancak polis şefi Willoughby’nin sürpriz bir biçimde gelişen şok edici intiharı kısa süreli bir duygu seli yaratırken, filmin temposunuda bir anda hızlandırıyor. Aksiyonunda eşlik ettiği sahnelerle, otoriteye karşı saldırıya geçmiş Mildred’ın, hiç ummadığı destekçiler bulmasıyla sıradışı bir akış ortaya çıkarken, son yıllarda Amerika’da gündeme oturan polis şiddeti ve bu şiddetin esas kurbanlarının siyahlar ve diğer göçmenler olmasının altı bir anlamda güçlü bir biçimde çiziliyor. Anne otoritesiyle, iyi niyeti ve öfkesi arasında sıkışmış, uyguladığı şiddet dolu yöntemler nedeniyle yeni polis şefi tarafından görevine son verilen Dixon (Sam Rockwell), şef Willoughby’nin kendisine yazdığı mektupla bir anda öykünün odağına yerleşiyor ve ‘acılı anne’nin en sağlam destekçisi haline gelirken, bu cinayetinde tutkulu soruşturmacısına dönüşüyor.
Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Amerika ölçülerinde sıradan sayılabilecek bir cinayet öyküsü paralelinde, yönetmenin sosyal söyleminide yansıtırken, özellikle sıradışı olay kurgusu ve baş rollerdeki oyuncularının önemli performanslarıyla, öyküyü farklı bir noktaya taşıyor. Faili bulunamadığı için yıllarca çözülemeyen ve ancak tesadüflerle sonuca gidilen cinayetler kadar, dosyası ve delilleri rafa kaldırılmış birçok faili meçhul cinayete de “Üç Billboard Ebbing Çıkışı Missouri” filmi, Mildred’ınkine benzer bir formülle tekrar dikkat çekmeyi başarıyor.
Hikmet Vardar