The Matrix Revolutions
Matrix serisinin son filmi olacağı iddia edilen, Andy ve Larry Wachowski kardeşlerin yönettiği The Matrix Revolutions’ın prototipi olan The Matrix, yapıldığı 1999 yılında vizyona girdiğinde bir anda sadece sinemayla ilgilenenleri değil, aynı zamanda sosyal bilimler, felsefe alanlarında uzmanlaşmış akademisyenlerden, sinema alanı dışından pek çok kişiye kadar geniş bir kesimin ilgisini çekmişti.
THE MATRIX REVOLUTIONS
Yönetmen: Andy & Larry Wachowski
Senaryo: Andy & Larry Wachowski
Görüntü Yönetmeni:
Müzik: Don Davis
Kurgu:Zach Staenberg
Oyuncular: Keanu Reeves, Laurence Fishburne, Carrie-Anne Moss, Hugo Weaving, Jada Pinkett Smith, Monica Belluchi, Nona Gaye, Lambert Wilson, Daniel Bernhandt, Lachy Hulme, Nathaniel Lees, Harry J.Lennix, Matt McColm, Harold Perrineau Jr., Anthonyn Wong
Yapımcı: Joel Silver, Grant Hill
Yapım: ABD/2003
Matrix serisinin son filmi olacağı iddia edilen, Andy ve Larry Wachowski kardeşlerin yönettiği The Matrix Revolutions’ın prototipi olan The Matrix, yapıldığı 1999 yılında vizyona girdiğinde bir anda sadece sinemayla ilgilenenleri değil, aynı zamanda sosyal bilimler, felsefe alanlarında uzmanlaşmış akademisyenlerden, sinema alanı dışından pek çok kişiye kadar geniş bir kesimin ilgisini çekmişti. Matrix’i takıntı haline getiren kişilerin hatırlayabileceği gibi ilk filmden sonra Matrix hakkında felsefi bağlamda bir kitap da yazıldı: “Matrix ve Felsefe: Hakikatin Çölüne Hoş Geldiniz” isimli kitap, ülkemizde Güncel Yayıncılık tarafından Murat Sağlam’ın çevirisiyle yayınlandı.
The Matrix Revolutions’ın bir önceki versiyonu Matrix Reloaded’la artarak devam eden ilgi; Matrix Revolutions’da da süreceğe benziyor. Ama ilk filmle kült mertebesine yükseltilen ve içinde barındırdığı öne sürülen felsefi boyutla bir anda sadece popüler kültürün değil, akademik dünyanın da gündemine oturan Matrix fenomeni, sanırım Revolutions ayağıyla fena halde kayalara pardon makinalara bindiriyor. Aslında son filme olan ilginin anlaşılabilir nedenlerinden biri, Wachowski kardeşlerin bu filmde noktayı koyacakları yönündeki söylentilerden de oluşuyordu. Bence bu film seyircinin ne kadar rahatlamasına, eve memnun gitmesine katkı da bulunuyor, bilemiyorum; ama sanırım noktayı koymuyor. Gerçi sinema yazarı Uğur Vardan’ a göre “…geleneksel yapının modern dünyadaki temsilcilerine seslenen Seymen Ağa’yla Bahar’ın aşkının ardından, laik ve yüzünü her dem Batı’ya doğrultmuş orta sınıf ahlakı da artık yataklarında rahatça uyuyabilir; çünkü Neo-Trinity aşkı bundan böyle tarihin çöplüğünde…”
Biraz ilk filmi ve Matrix felsefesini anımsayarak The Matrix Revolutions’a geçelim. Teknoloji destekli müthiş bir bilim kurgu atmosferi içinde tüm insanlığı ele geçiren bilgisayarlar/makinalar, insanların yaşamsal/beyinsel enerjilerini kullanmak için onları tüplerin içine hapsetmişlerdir. Makinaların enerji üretebilmeleri için insanların beyin enerjilerine gereksinmeleri vardır. Bu tüplerin içinde insanların yaşamaya devam edebilmeleri içinse beyinleri “Matrix” isimli bir programa bağlıdır. Günümüz dünyasını tasvir eden bu Matrix içinde insanlar, bir tüp içinde yaşadıklarının farkına varmadan gündelik dertlerinin, hırslarının peşinde yaşamaktadırlar. Makinaların insanlara sunduğu dertsiz gibi görünen bu dünyaya, Matrix’e rağmen, tüpteki insanlar ölmeye başlar. Böyle bir yaşamın içinde Matrix’in farkına varmış bir isyancı grup ortaya çıkmıştır. Hatırlanacağı gibi ikinci filmde makinaların insanları, özellikle kontrol altında tutulamayanlarını yok etmek için verdiği mücadelede, dünyanın derinliklerinde insanların kurduğu son yaşama bölgesi Zion’da (İncil’de Kudüs’ün şiirsel ismidir) bir kurtarıcıya inanılmaya başlanmıştır. Bu kurtarıcı Neo’dur ve günümüzde Hz. İsa’nın bir türevidir sanki. Kurtarıcı söylemi ve diğer pek çok unsurda, dinsel ritüelleri destekler bir görüntüdedir. Nitekim Neo’nun Matrix içindeki ismi Thomas Anderson, İsa’nın havarisi Kuşkucu Thomas’ı çağrıştırmaktadır. İkinci filmde (Matrix Reloaded) devam eden mücadeledeki ana karakterlerin, yani Neo’nun, Morpheus ve Trinity’nin ve onlarla birlikte insanlığın kurtuluş mücadelesi, The Matrix Revolutions filminde de devam ediyor. Film tutsak düşmüş Neo’nun, ona çok derin bir sevgiyle bağlı olan Trinity ve Morpheus tarafından kurtarılışıyla başlar. Filmde makinalar Zion’a doğru ciddi bir saldırıya geçmişlerdir. Kısa bir süre sonunda eğer direniş başarılı olmazsa hem Zion düşecek, hem de insanlığın sonu gelecektir. Bu mücadele sürecinde de iki düşünce birbiriyle çelişmekte, çatışmaktadır. Gerçeklerden yola çıkarak mücadeleyi devam ettirmeye çalışanlarla, mücadelenin kurtarıcının gücüyle kazanılacağına ; yani mucizelere inananlar. Bu arada makinaların yarattığı bir program olan ve insanları yok etmek için uğraşan ajan Smith, son filmde iyice tekamül etmiş bir hale gelmiştir. Diğer yandan sanki makinaların insanlara özgü bir tuzağa düştüklerinin de altı çizilir. Nasıl ki insanoğlu filme göre bilimsel/teknolojik mücadelesinin bir aşamasında yarattığı makinaları kontrol edemez hale gelip onların kontrolüne girdiyse; makinelerde yarattıkları bir programı kontrol edemeyip onun oluşturabileceği olası sorunları yaşamaya gebedirler. Bu çelişki de neredeyse Zion’u düşürmek üzere olan makinaların Neo ve onun kişiliğinde insanoğluyla uzlaşmalarına neden oluyor. Seçilmiş kişi (Neo) ve aşkı (Trinity) silahsız, savunmasız bir gemiyle kendilerini insanlığı kurtarmak için tehlikeye atarlar. Çünkü bu dinsel ritüelin, söylemin de bir parçasıdır. Prof.Dr.Ünsal Oskay’a göre Hz.İsa bu bağlamda bir misyonu yerine getirmeye çalışırken kendisiyle birlikte yakınındaki bir kaç kişiyi kurtarabilmiştir. Ama Hz.İsa’yı Romalılar kurtarmıştır. Yani teslim alarak. Günümüz dünyasında ne İsa ne de onun kurtardıkları var. Bugünün Roma’sı ABD ve onun da temelinde yer alan küçük Amerikalar:Fransa, İngiltere vs. İllüzyonun postmodern versiyonları günümüzde ABD’nin önderliğinde devam ediyor. Roma İmparatorluğu’nun çağdaş versiyonu ABD’de, özellikle kendi coğrafyasında yarattığı bir Matrix’in içinde halkının yarıdan fazlasını bir halüsinasyon içinde yaşatırken, buna dünyanın diğer yerlerindeki, aslında günümüzde Zion konumunda olan, insanlığın gerçek acılarını, dramlarını yaşayan üçüncü dünyadan oluşan coğrafyanın kan ve göz yaşlarını eklemeyi unutmuyor.
Matrix filmleri, popüler kültürün sinema alanından küresel düzeyde bugüne kadar sanırım kendisine en geniş taraftarını ve tartışma ortamını bulan bir nesnesi haline geldiler. Bu bağlamda sanal ortam, simulacra ve simulasyon kuramı, illüzyon gibi kavramlar sürekli gündeme taşındı. Özellikle günümüzün önemli düşünürlerinden ve postmodernitenin mimarı olarak kabul edilen Fransız sosyolog Jean Baudrilliard’da Matrix tartışmalarının ortasına çekildi. Aude Lancelin Nouvel Observateur’da Baudrilliard’la yaptığı bir söyleşide, onun Matrix’in şifresini kırdığını söyledi. Özellikle Wachowski kardeşlerin, esin kaynağının Baudrilliard’ın similasyon kuramı olduğu ileri sürüldü ve Wachowski kardeşler, Baudrilliard’a ikinci film The Matrix Reloded’da görünmesini teklif ettiler. Şüphesiz bu teklifi Baudrilliard kabul etmedi. O yaşamı felsefe boylamı içinde okuyup, değerlendirirken; Wachowski’ler ise felsefenin karikatürünü çizmek için onu figüran yapmayı deniyorlardı. Aslında belki de şunu sormak gerekiyor: The Matrix filmiyle ortaya atılan şeyler küresel düzeyde bu denli tartışılacak kadar önemli ve derin miydi? İsterseniz filmin sonunu yine sinema yazarı Uğur Vardan’ın hayalinde oluşturduğu bazı sahnelerden alıntı yaparak bitirelim. “Bir sürü insan kendi aralarında hararetli bir şekilde tartışıp duruyor. Ses bantından ‘varoluş düzlemleri, Jean Baudrilliard bunu mu kastetmişti, Kahin, Anahtarcı, Mimar, Seçilmiş Kişi, simülasyon’ gibi ifadeler geçiyor. Sonra kamera sıcak bir coğrafyaya kayıyor. Burada da Wachowski kardeşler, üstlerinde Hawaii gömlekleri, altlarında bermuda şortları, yerli kızların uzattıkları yiyecekleri yerken birbirlerine göz kırpıyorlar ve ağızlarından şu cümle dökülüyor: ‘Âlem buysa, Matrix biziz…’
Bülent VARDAR