The Hours – Saatler
Saatler filmi Hollywood’un üç önemli kadın oyuncusunun biraradalığından ortaya çıkan büyük bir film. Belki ortalama bakış açısı için ağır temposundan dolayı dikkati kaybetme riski yaratma olasılığına karşın, önemli bir yapıt…
Yönetmen : Stephen Daldry
Oyuncular: Merly Streep, Nicole Kidman, Julianne Moore, Ed Harris, Stephen Dillane, Miranda Richardson, George Loftus, Charley Ramm, Lyndsey Marshal
Senaryo : David Hare
Görüntü Yönetmeni: Seamus McGarvey
Müzik : Philip Glass
Yapım : ABD/2002
Saatler filmi Hollywood’un üç önemli kadın oyuncusunun biraradalığından ortaya çıkan büyük bir film bence. Belki ortalama bakış açısı için ağır temposundan dolayı dikkati kaybetme riski yaratma olasılığına karşın, önemli bir yapıt. Kaliteli bir şarabın kıvamında oyunculuğuyla Merly Streep (Clarissa Vaughn), artık salt bir zamanlar Tom Cruise’ün karısı olduğu için ilgi uyandırmayan ve güzelliğinin yanında büyük oyuncu niteliğini ortaya koyan Nicole Kidman (Virginia Woolf) ve gizemli güzelliğiyle, içindeki fırtınayı olaya vakıf olduğunuz için yüzündeki o tanımlaması zor gülüşten anladığınız Julianne Moore (Laura Brown)’un başrollerini paylaştığı bu filmin, erkekler cephesinden başarılı oyuncuları ise Ed Harris (Richard Brown) ve Stephen Dillane (Leonard Woolf).
Film, ünlü İngiliz yazarı Wirginia Woolf’un 1925 tarihinde yayımlanan “Mrs.Dalloway” isimli romanından Micheal Cunningham’ın yazdığı ve Pulitzer ödülü aldığı, filmle aynı adlı Saatler romanından uyarlanmış. Aslında Cunningham’ın romanı, filme çekilmek için oldukça zor, sinematografik anlatıma yatkın olmayan bir roman. Ancak David Hare’in çok başarılı senaryosu ve “Billy Elliott” filminden hatırlayabileceğimiz yönetmen Stephen Daldry’nin başarılı yönetimiyle geleneksel ABD sinemasından alışmadığımız bir yapıt ortaya çıkmış. Saatler, üç ayrı kadının iç içe geçmiş, bir günlerinin öyküsünü anlatan bir film. Bu üç kadın da sorunlu ve sorunları arasında benzerlikler olan karekterlerdir. 1920’lerde Woolf (Nicole Kidman), yaratıcılığının kıyısında aynı zamanda ciddi ruhsal sorunlarla boğuşmaktadır ve iki defa intihar teşebbüsünde bulunmuştur. Bu arada diğer yandan ünlü romanı Mrs.Dalloway’i bitirmeye uğraşmaktadır. Clarissa (Merly Streep) ise, 2000’li yıllarda ellili yaşlarının eşiğinde ve kitap editörlüğü yapan kronik melankoli durumunda bir kadındır. Clarissa evlenmiş, boşanmış, bir kızı olan ve artık lezbiyen olarak yaşamayı tercih eden bir karekterdir aynı zamanda. Aslında günümüz kadınının Mrs Dalloway’idir O. Streep’in hiç de zorlanmadığı ve başarıyla altından kalktığı bir karakter bence Clarissa. Üçüncü karakter ise 1950’lerin Amerika’sında yaşayan ve çekirdek ailenin orta direğini temsil eden tipik süs bebeği görüntülü bir kadın olan Laura Brown (Julianne Moore)’dır. Tüm şablon görünümüne karşın, iç dünyasında fırtınalar kopan, kocasına tahhammül etmekte zorlanan ve diğer yandan Woolf’un “Mrs.Dalloway’ini okuyarak kendini keşfetmeye çalışan bir kadındır Laura Brown. Bu süreçte içindeki yalnızlığa daha fazla tutunamaz ve intihar etmek yerine, ikinci çoçuğunun doğumundan sonra ailesini terk eder. Bu süreç hem ikinci çocuğu olan kızının ölümünü ve hem de Clarrissa’nın bir zamanlar kocası olan ve Laura’nın ilk çocuğu olan Richard’(Ed Harris)ın hayata tutunamamasına ve intihar ederek yaşamını sonlandırmasına neden olmuştur.
Gelenekçi ve tutucu bakış açısından Saatler filmi ilgiyi dağıtabilir. Çünkü filmin ana kadın karakterleri lezbiyen. Erkek karakterlerden biri (Richard Brown)AIDS’li ve homoseksüel. Bütün bu farklı dünyasına karşın son derece duyarlı, yaşamı sorgulayan ve izleyenin de sorgulamasına katkıda bulunan bir film Saatler. Zamanının önde giden kadınlarından feminist, lezbiyen, yazar v.b pek çok özelliği olan bir kadının yaşamından ve yaratılarından izler taşıyan bir film. Bu bağlamda bence filmde de en çok öne çıkan kadın karakter, yazar, yani Wirginia Woolf. Bu bağlamda da oyunculuk açısından bence Nicole Kidman, diğer iki büyük oyuncunun bir adım ötesine geçiyor. Kidman’ın kendisi de verdiği bir röportajda, genç kızlığında Woolf’u sıkıcı bulduğunu, çok ilgilenmediğini itiraf ediyor. Barbie bebek gibi fiziği ve oynadığı farklı karakterlerden çok değişik bir kimliği canlandırdığına bakıldığında, gerçekten Nicole Kidman Saatler’de önemli bir oyunculuk becerisi sergiliyor. Takma burun kullanarak fiziğini değiştirmesinin ötesinde, gerçekten saplantıları, psişik bozuklukları olan bir kadını ve aynı zamanda bir kadın yazarı bize gerçekten duyumsatıyor. Filmin başında intihar etmek için suya girerken içinden geçirdiği sözlerle “hayata meydan okuyan” bir kadın. Meydan okumadan, yaşama sürünün dışından bakma cesareti ve bilinci geliştirmeden de iz bırakılamıyor.
Filme ilişkin bir kaç ilginç anekdotu anımsatırsak: aslında üç önemli kadın oyuncunun başrollerini oynadığı bir filmde, çekimler aşamasında yönetmen Daldry kadın oyuncularını biraraya getirmekten özenle kaçınmış. Önce Merly Streep’in, sonra Julianne Moore’un ve en son ise Nicole Kidman’ın bölümleri çekilmiş. Bu arada filmin pek çok dalda Oscar adayı da (en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi kurgu, en iyi kostüm tasarımı ) olduğunu belirtmekte fayda var. Kalitesine bakıldığında ise, bu dalların çoğunda Oscar ödülü alması şaşırtıcı olmayacaktır. Saatler, bence insanın sinema salonuna girerken yaşamı dışarıda bırakıp, zihnen bir ferahlama duygusu ve eğlenme hissiyle dışarı çıkacağı bir film değil. Bu tarzda beklentileri olan kişiler için sıkıcı olacaktır. Özellikle birbiriyle yaşamı kesişen üç kadının öyküleri arasındaki geçişleri oldukça başarıyla gerçekleştirip, ilginç bir finalle bitiriyor. Ama bu farklı geçişli öykü ve kurgu yapısının, film oturuncaya kadar çok kolay algılanamadığını ve hatta ortalama bir seyirci için filmden koparıcı bir niteliği olduğunu da vurgulamakta fayda var. Saatler, sinemanın tıpkı diğer büyük sanatlar gibi yaşamı kavramamıza, insanın gizlerini, dolayısıyla kendi gizlerimizi keşfetmemize katkı sağlayan bir yapıt olduğunu yeniden vurguluyor. Bu arada filmin görüntülerinin ve müziğinin de başarısını vurgulamak gerekir. Yalnız film müziğinin biraz over doz kullanıldığını, zaman zaman şu müzik biraz dursa dedirtecek bir durum yarattığını da ekleyelim.
Bülent VARDAR