Korkuyorum Anne
Reha Erdem, üçüncü uzun metrajlı filminde somut bir öykünün yörüngesinden uzaklaşarak, hepimizin yaşamında yer eden çeşitli korkuları sorgulayarak, yeni dil arayışlarına yelken açıyor. Erdem, ülkemizde daha çok reklam filmi yönetmeni olarak tanınıyor. Buna karşın ilk filmi “A Ay” (1989) ve ikinci filmi “Kaç Para Kaç” (1999) düzeyli filmlerdi ve gösterime girdikleri yıllarda olumlu eleştiriler almışlardı…
KORKUYORUM ANNE
Yönetmen: Reha Erdem
Görüntü Yönetmeni: Florent Henry
Senaryo: Reha Erdem, Nilüfer Güngörmüş
Sanat Yönetmeni: Mehtap Ün Kanıbelli
Kurgu: Nathalie La Guay, Reha Erdem
Oyuncular: Ali Düşenkalkar, Işıl Yücesoy, Köksal Engür, Şenay Gürler, Arzu Bazman, Turgay Aydın, Bülent Emin Yarar
Yapımcı: Ömer Atay
Süre: 128 dk./ 35 mm
Yapım: Atlantik Film / 2004
Reha Erdem, üçüncü uzun metrajlı filminde somut bir öykünün yörüngesinden uzaklaşarak, hepimizin yaşamında yer eden çeşitli korkuları sorgulayarak, yeni dil arayışlarına yelken açıyor. Erdem, ülkemizde daha çok reklam filmi yönetmeni olarak tanınıyor. Buna karşın ilk filmi “A Ay” (1989) ve ikinci filmi “Kaç Para Kaç” (1999) düzeyli filmlerdi ve gösterime girdikleri yıllarda olumlu eleştiriler almışlardı. “Korkuyorum Anne”, Reha Erdem’in öykü anlatma yollarını da sorguladığı bir film. Alışageldik öyküleme biçimleri filme egemen değil. 2004 yılında yapılmasına karşın geçen sürede pek çok festivale katılan ve vizyona yakın zaman önce giren filmde, bir öykünün sonuçlarını bulmamızı beklemekten çok, yaşamın içinde yer alan ve bize dair olanı da okumamızı istiyor sanki yönetmen. Diğer yandan Erdem’in son filmi “5 Vakit”, 1-16 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilen İstanbul Film Festivali’nde de gösterilecek.
Filmin baş karakteri Ali, babası Rasih Bey tarafından annesiz büyütülmüş, kimliğini oturtma sorunları yaşayan bir çocuk adamdır. Taksi şöförlüğü yaparak geçimini temin etmeye çalışmaktadır. Babası Rasih Beye göre, aslında bu işle oyalanmaktadır. Bir gün taksisiyle şehir dışında bir bölgede giderken, yol kenarındaki ağacın dallarından birine takılmış olan kırmızı bir balon dikkatini çeker. Arabayı kenara çekerek ağaca tırmanmaya çalışan Ali, ağaçtan düşer ve kendinden geçer. Ali’yi balona yönelten, çocukken annesinin kucağında elinde kırmızı bir balon olan fotoğraftır. Ali geçirdiği kazanın etkisiyle hafızasını kaybetmiştir. Fakat herkes yapılan kuyumcu soygununa Ali’nin de karıştığını ve yaralandığını düşünmektedir. Ali hakkında adli soruşturma bile başlatılmıştır.
Ali, komşuları İpek ve Neriman hanımı hatırlamasına karşın babası Rasih Beyi tanımamaktadır. Bu durum eski bir doktor olan Rasih Beyi çileden çıkarmaktadır. Apartman, kendi küçük dünyalarında yaşam mücadelesi veren çeşitli insanların yaşamına tanıklık ettirir bizi. Ali, İpek’i hatırlamaktadır. İpek, sevdiği adam tarafından terkedilmiştir. Hamile olan İpek, sevgilisinin bütün karşı çıkmalarına karşın çocuğu doğurmaya karar vermiştir. Sevgilisi İpek’ten hediye ettiği yüzüğü sürekli telefon ederek ve açılmayan telefona mesajlar bırakarak geri istemektedir. Diğer önemli figürler ise terzilik yapan Neriman Hanım ile oğlu Keten’dir. Annesinin kişiliğini ezdiği Keten, İpek’e aşıktır ve duygularını gizlemektedir. Diğer yandan İpek’in yanında ona ekonomik katkıda bulunacağını düşündüğü Ümit yaşamaya başlamıştır. Anne ve babası Almanya’da yaşayan Ümit, spor akademisinde okumaktadır. Ali ise Ümit’ten hoşlanmaya başlamıştır. Apartmanın vazgeçilmez diğer figürleri ise apartman görevlisi ile temizliğe giden karısı ve küçük oğullarıdır. Küçük çocuğun en büyük korkusu sünnet olmaktır.
Korkuyorum Anne, izleyici açısından konsantre olma çabası gerektiren bir film. Diğer yandan alışagelmedik öykü anlatma tekniği ve ortalama seyircinin hoşuna giden mizahıyla da seyirciye çok uzak düşmüyor. Yönetmen Erdem, filmindeki mizaha ilişkin şunları söylüyor: “Bu filmi yaparken, ‘mesele’nin ağırlığından ürktüğümüz için mizahın baş öge olması gerektiğini hiç unutmadık. Bu nedenle bu film benim en zor filmim oldu, oluşturma anlamında. Çünkü mizah çok zor (mizah derken şu etrafımızı iyice saran şaklanbanlıklardan söz etmiyorum kuşkusuz), ağlatmak ne kadar kolaysa gülümsetmek o kadar zor” (Yücel, Altyazı, 2006:42). Genel olarak durağan bir ritmde ilerleyen filmin, iç okumalara açık yapısıyla bağlantı kurulamadığında filmden kopma riski de oluşabilir.
Reha Erdem, filmiyle bize yaşamın değişik yüzlerini göstermeyi deniyor. Erkek dünyası içinde sevgi eksikliğiyle, diğer yandan maço kültürünün hem içinde hem dışında yaşamış olan Ali’yle, erkek gibi kadın terzi Neriman’ın oğlu Keten, bu dünyanın kahırlarını daha çok yaşamak zorunda kalan kadınları da yansıtırlar sanki. Filmde değişik kişiler aracılığıyla ve girişte dış ses aracılığıyla, kadın ve erkekler kategorize edilirler. Aslında onlar diğer yandan yaşamı yansıtırlar. Yönetmen onlar ve öyküleri aracılığıyla bizden yaşamı ve onun çeşitli çelişkiler barındıran değişik yüzlerini, farklı korkularımızı, tutunma çabalarımızı okumamızı istiyor. Bu okumalarda dostluk, sevgi, sadakat da sorgulanır. Ama bu sorgulamalar ya da yüzleşmeler klasik bir öykü anlatma yoluyla değil, tıpkı yaşamın kendisi gibi sarsıntılar ve anlık olgularla yansıtılır. Aslında izlediklerimiz bir kısır döngüdür. Bir bakıma yaşam da öyledir. Biz onun içine anlamlar katmaya, ciddiyetler atfetmeye çalışırız. Plüton gezegeninin güneşin çevresinde dönüş zamanına göre aslında ortalama insan ömrü altı aylık bir süredir yerküremizde (Altan, Milliyet, 2006:4). Fakat biz içinde olduğumuz gezegende, varoluş sorunsallarından çok yaşamın hayhuyuyla geçiririz ömrümüzü.
Reha Erdem’in filminde, Ali ve komşularının yaşadığı apartman da sanki gezegenimizi temsil eder. Farklı dairelerde farklı dünyalar, sorunlar vardır. Ama genelde sevgisizlik, bencillik ve hoyratlık egemendir. Hoyratlık Rasihi Beyin oğlunun kendisini tanımamasına olan kızgınlıkta, terzi Neriman’ın sevgisiz dünyasında bencilliğiyle köpeğini kasabın etkisiyle uzaklara bırakmasında kendini gösterir. Neriman Hanım için oğlu da yakınında, ama aslında uzakta olan köpeği gibidir. Oğluna olan sevgisi dolaysız, yalın ve içten değildir.
Keten, İpek’i mutlu etmek için onun kuyumcuya bozdurduğu yüzüğünü annesinden çaldığı parayla geri alır. Herşey tam anlamıyla trajikomiktir. Ali, kendisinin olmayan bir yüzüğe, Keten annesi Neriman Hanım anlamasın diye ona verince sahiplenir. Keten, yüzüğün Ali’ye annesinden kaldığını söylemiştir. Annesini fotoğraflarından yaşayan bu çocuk adam, ona olan özlemini, inanmadığı halde kendisine ait olmayan bir yüzükle özdeşleştirir. Yüzük, İpek için ise peşinden gittiği ama hayal kırıklığına uğradığı düşlerinin simgesidir. Keten için ise İpek’e olan umutsuz aşkının ifadesi ve belki de ona uzanan yolun başlangıcıdır. Neriman Hanım için ise öfkedir. Oğlunu hırsızlıkla itham etmekle yetinmeyip, onu en kırılgan yerinden vurur. Bir piknik sırasında öğrendiği bu olayı hazmedememiş ve herkesin önünde Keten’in geceleri altına işediğini açıklamıştır. Burjuva dünyasının eteklerine takılmış yaşamlar acımasızdır. Orada hayata tırnaklarla tutunma çabası vardır. İnsani olan şeyler bile çıkarlara karşılık gelmedikçe değer ifade etmez. Neriman Hanım onaylamadığı bir durumla karşılaştığında oğluna bile inanılmaz acımasız olabilmekte ve onu derinden yaralayabilmektedir.
Bu yaralanma Keten için, aynı zamanda Ali için de bir başlangıç olur. Keten, kırılmış gururuyla denizin yamacındaki dik ve yüksek kayalığa tırmanır. Herkes paniğe kapılmıştır. Arkasından Ali de çıkar kayalıklara. İki yaralı, eril olamamış genç adam omuz omuza, fallus’u simgeleyen bu dik kayalığın üzerinde ufka bakarlar. Ekran kararır ve yeniden kendi dünyamıza döneriz. Ama geri döndüğümüz gerçek dünyada ya da sinemaya girmeden önceyle sonrasında her şey aynı devam etmemektedir. Reha Erdem bizi sarsar ve düşünmeye, yaşamı ve yaşamlarımızı, korkularımızı sınamaya sevkeder.
Bülent VARDAR