Kısafilm

hisli_ve_ofkeli_10

Hızlı ve Öfkeli 10 Film Analizi

Hızlı ve Öfkeli 10 Film Analizi

HIZLI VE ÖFKELİ 10 (Fast X)

Yönetmen: Louis Leterrier

Görüntü Yönetmeni: Stephen F. Windon

Senaryo: Justin Lin, Zach Dean, Dan Mazeau

Oyuncular: Vin Diesel, Michelle Rodriguez, Tyrese Gibson, Chris “Ludacris” Bridges, Jason Momoa, Nathalie Emmanuel, Jordana Brewster, John Cena, Jason Statham, Sung Kang, Alan Ritchson, Daniela Melchior, Scott Eastwood ve Helen Mirren, Charlize Theron, Brie Larson, Rita Moreno                  

Müzik: Brian Tyler

Yapımcılar: Neal H. Moritz, p.g.a. Vin Diesel, p.g.a. Jeff Kirschenbaum, p.g.a. Samantha Vincent, p.g.a. Justin Lin

Yapım Yılı ve Süre: 2023/141 dk.

Birleşik devletler kökenli bir otomobil markası olan “Dodge” yaşamımda her zaman farklı bir yere sahip oldu. Rahmetli babamın 1950’li yıllarda Amerika’da büyük fedakarlıkla edindiği ve yurda dönerken gemiyle getirdiği 1949 model Dodge Coronet,  anılarımda her zaman güçlü bir yer işgal etmiştir. Otomobilin parmakla gösterildiği yıllarda, karşılığında apartman teklif edilen bu araç, babamın artık kullanamaz hale gelmesine kadar ailemizde kalmış, yaşlanınca aile içindeki tatlı rekabetle takma adı “hırıldaklı doç” olmuş ve bir koleksiyoncu olan yeni sahibine satıldığında hepimizde bir burukluk yaratmıştır. Filmin açılışında Vin Diesel’in küçük oğluna drift yapmasını öğrettiği siyah Dodge Charger’ın, bizim hafızamıza kayıtlı araçla tek ortak yanı rengi olsa da biranda anılarım canlandı. 

Yönetmen Louis Leterrier imzalı serinin onuncu macerasında da, 1970 model modifiye Dodge Charger’ın baş rolde olduğu ve artık aşinası olduğumuz bir aksiyon Rio’da kaldığı yerden başlıyor ve filmin adına yakışacak biçimde hızlı bir dünya turu yaparak başladığı yerde sona eriyor. Doğal olarak bir sonraki maceraya güçlü bir şekilde göz kırparak. 2011 yılında çekilen Hızlı ve Öfkeli 5 filminde Dom ve ekibi, Rio de Janeiro’daki bir köprünün üstünde Brezilyalı uyuşturucu kralı Hernan Reyes’i ve oğlunu ortadan kaldırıp dünyayı kurtarmıştı. Ama bilmedikleri Reyes’in oğlu Dante’nin (Jason Momoa) her şeye tanıklık ettiği ve son 12 yılını Dom’un yaptıklarının bedelini ödemesi için bir plan yaparak geçirmesidir. Dante’nin planı, Dom’un ailesini Los Angeles’tan Roma’nın yeraltı mezarlarına, Brezilya’dan Londra’ya ve Portekiz’den Antartika’ya kadar dağıtacak şekilde dahiyane biçimde düzenlenmiş hunharca bir plandır. Bu plan uygulanırken eski düşmanlar olan yeni müttefikler ortaya çıkacaktır. Ancak Dom 8 yaşındaki oğlu B’nin (Leo Abelo Perry, Black-ish) Dante’nin intikamının esas hedefi olduğunu anlayınca olaylar farklı bir anlam kazanır.

Roman (Tyrese Gibson), Tej (Ludacris) ve Ramsey (Nathalie Emmanuel) bu macerada İtalya’nın başkenti Roma’da deniz aşırı bir işe girişiyorlar. Ancak kısa sürede bunun sıradan bir “iş” olmadığı, aksine, Dom ve arkadaşlarının NOS destekli araçlarla para dolu kasayı savurarak sürüklerken öldürülen Hernan Reyes’in oğlu Dante Reyes tarafından onları yok etmek üzere kurulmuş bir tuzak olduğu anlaşılır.  Bu noktadan başlayarak, adeta araba hurdalıklarına destek olurcasına akıl almaz bir takip ve  imha fırtınası filme damgasını vuruyor. 

Hızlı ve Öfkeli 10

Sosyopat karakterli Dante, Dom’un acı çekmesini istemektedir. İtalyan başkentinde, Katolik aleminin merkezi Vatikan’da tahrip gücü yüksek bir bomba patlatarak çeteyi terörist olarak suçlamak için ayrıntılı bir plan geliştirmiştir. Bombanın imha gücü nehirde patlaması sağlanarak azaltılsa da, plan kısmen işler.  Roman, Tej, Ramsey ve Han (Sung Kang) Londra’ya kaçarlar ve burada Shaw (Jason Statham) ile karşılaşırlar.  Letty (Michelle Rodriguez) yakalanır. Onu kurtarmak için,  Bay Hiçkimse’nin kızı Tess (Brie Larson) ve Cipher (Charlize Theron) ile işbirliği yapılır. Doğal olarak bu kalabalık kadroda yer alan, John Cena, Helen Mirren, Rita Moreno, ve diğer isimleri eklersek bu rekorlar serisinin son filmini özetlemek de oldukça zorlaşıyor.

Hollywood’un otomobillere yüklediği anlam, Avrupalı sinemacılara kıyasla her zaman daha sert bir sinema diliyle beyaz perdeye yansıdı. İkinci Büyük Savaş yıllarında hoyratça tahrip edilmiş, deniz aşırı istilacı ülkelerin Avrupası’nda, çetelerin ve gestaponun otomobili olarak ün salan Citroën Traction Avant gibi modeller, Fransız ve İtalyan Yeni Dalga ekolünden yönetmenlerin dokunuşlarıyla aşkın ve romantizmin araçları haline gelirken, Hollywood, Dodge, Ford, Chevrolet, Plymouth, Pontiac markalarına ait “muscle carlar” ve modifiye polis araçları arasındaki takip sahneleriyle, bu araçlara filmlerdeki kahramanlara benzer maço bir kimlik kazandırdı. Her ne kadar bu arayış Toyota, Mitsubishi, Subaru gibi markaların sıradan araçları birer cadde ve yarış makinesine çevirmesiyle ve yine Alman otomotiv devlerinin Görevimiz Tehlike, Sürücü, 60 Saniye ve benzeri filmlerinde  öne çıkan sürücü odaklı markaları ve olmazsa olmaz  İtalyan süper arabalarıyla çeşitlendirilse de, başlı başına bir replika karakter olan Eleanor adının, Shelby yapımı bir Ford Mustang’e takılmasını Denice Halicki’nin bir hak davası haline getirmesi de altı çizilerek hatırlanması gereken noktalardan birisi haline geliyor.

Eğer benim gibi otomobilleri ve özellikle teknolojilerini seven ve eli yağa bulaşmış biriyseniz, eleştiriye İtalya’dan başlayabilirsiniz. Filmin oldukça can alıcı sahnelerinden birinde, romantik imajıyla gönüllerde taht kursa da dünyanın teknik bakımdan sorunlu ve kırılgan otomobillerinden Alfa’ya, Lambo’yla boy ölçüşme fırsatı veren takip sahneleri, 60’lı yılların teknolojisiyle tasarlanmış ancak adeta bir “Harrier” uçağına dönüşen ikonik 1970 modeli Dodge Charger ve  “pes artık” dedirten baraj sahnesi gibi sekanslar, artık bu seriyi, adeta bir animasyon canlandırması haline getirirken, ilk filmlerin ikonik oyuncularından olan ve Kaliforniya caddelerinde hız denemesi yaparken arkadaşının kontrolü yitirmesiyle bir ağaca çarparak parçalanan Porsche Carrera GT içerisinde yaşamını kaybeden Paul Walker’a adeta bir saygı duruşu olarak Rio daki cadde yarışında bir Porsche 911 S’i patlatarak darmadağın eden yönetmen  Leterrier, belki de bir alt metin oluşturarak sıradan insanlara, kimsenin dokuz canlı ve dokunulamaz olmadığını ve bu hız makineleriyle şov yapmanın can yakıcı sonuçları olabileceğini hatırlatmak istiyor. 

Toparlayacak olursak, serinin onuncu filminde de senaristlerin hayal gücüne şapka çıkardığımız bir öyküyle tüm dünyaya yayılan ve teknolojinin sınırlarını zorlayan sekanslarıyla beyaz perdede arabaların ve her türlü aracın kapıştığı, aksiyonun, mücadelenin ve benzer tüm unsurların, yüksek volümlü müzik eşliğinde soluksuz izlenen bir görsel şova dönüştüğü ancak inandırıcılığı eksik ve sıradanlaşan bir film izliyoruz. Bu noktada kişisel tercihim, bir başka ikonik Dodge modeli olan Dodge Challenger’ın öne çıktığı Dönüm Noktası (Vanishing Point-1971),    Burt Reynolds ve Pontiac birlikteliğinin ikonlaştığı Smokey and The Bandit serileri ve halen replikaları üretilen Pontiac TransAm serilerinin yer aldığı yol hikayeleri olsa da, gişe rekorları kıran bu serinin, vizyondakiler arasında hayranları için kayda değer bir seçenek olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Hikmet vardar

Yukarı SB
error: Content is protected !!