Kısafilm

widows

Dul Kadınlar

DUL KADINLAR – WIDOWS

widowsYönetmen:Steve McQueen

Senaryo: Gillian Flynn, Steve McQueen

Oyuncular: Viola Davis, Liam Neeson, Robert Duwall, Michelle Rodriguez, Elizabeth Debicki, Cynthia Erivo, Colin Farrell, Brian Tyree Henry, Daniel Kaluuya, Jacki Weaver

Görüntü Yönetmeni: Sean Bobbitt

Kurgu: Joe Walker

Müzik: Hans Zimmer

Yapım Yılı ve Süre: 2018/128 dk.

Kuşkusuz tüm zamanların en ikonik aktörlerinden sayılabilecek ve görece genç bir yaşta sinema seyircisine veda eden Amerikalı oyuncu Steve McQueen ile aynı adı taşıyan siyahi İngiliz yönetmen Steve McQueen, Dul Kadınlar – Widows’da siyaset, para ve suç dünyasını, kadınları ve Amerikan sosyal yaşamını sorgulayarak farklı bir aksiyona ve suç filmine imza atıyor.

Film seyirciyi motive eden sahne ve sekanslarla açılıyor. Kendimizi şık bir dairenin yatak odasındaki romantik sahnelerden sonra, bir anda silahlı bir çatışma, takip sahneleri ve pusu sonucu meydana gelen patlama ve yangın görüntüleriyle karşı karşıya buluyoruz. Filmin hikayesini kısaca özetlersek, bir çetenin lideri olan Harry Rawlings (Liam Neeson), son işinde tersliklerle karşılaşmıştır. Yaptıkları soygun sonrasında silahlı çatışmaya girerler. Çete üyelerinden birisi ağır yaralanmıştır. Soğukkanlılıkla kaçmaya çalışırlarken bu defa peşlerine polis düşer. Zorlu bir takip sonrası polis arabalarını atlatarak sığındıkları depoda araç değiştirip kaçmak üzereyken özel kuvvetlerle karşı karşıya kalırlar ve polisin açtığı yaylım ateşi sonucu araç infilak ederek yanar. Çete üyelerinin cesetleri tanınmayacak şekilde yanmıştır ve çaldıkları para çıkan yangında yok olmuştur. Çetenin çaldığı para, birkaç kuşaktır bölgeye hakim olan ve bu semtte mimari projeler gerçekleştiren nüfuz sahibi bir aile olan Mulligan’lara karşı Şikago 18. Bölge belediye meclisi üyeliğine soyunmuş Jamal Manning’e (Brian Tyree Henry) aittir.

Manning’in bu seçimdeki önde gelen rakibi, soyadının getirdiği avantajla güç ve mevki kazanmış bir politikacı olan, Şikago’daki yeşil alanlarla şehir merkezini ayıran ve yeşil hat olarak adlandırılan hızlı taşıma hattına yönelik proje ve bu bağlamdaki usulsüzlükler nedeniyle babasıyla sık sık ters düşen ve bu nedenle baskı gören Jack Mulligan (Colin Farrell), seçimi kazanmak zorundadır. Ancak bu soygunla, bölgede yaşayanların ve kilisenin desteğini kazanmış, yarışta avantajlı görünen ve kendisi de bir suç örgütünü yöneten, siyaset yoluyla aklanmak ve farklı yöntemlerle para kazanmak niyetindeki Manning’in seçim kampanyasında kullanmak üzere ayırdığı para yok olmuştur. Rawlings’in neden kendisini hedef aldığını anlayamasa da, bunun hesabını dul eşinden sormaya ve kampanyası için gerekli olan bu parayı ondan tahsil etmeye kararlıdır.

Amerikan aksiyon sinemasının vazgeçilmezleri, silahlar, araç takip sahneleri, şiddet, ırklar arasındaki sorunlar gibi unsurlar, vahşi batının modern yaşamdaki izdüşümü olabilecek biçimde, filmdeki yerlerini alıyorlar. Ancak Yönetmen McQueen, benzer öykülerden bir ölçüde ayrışacak biçimde, hikayenin merkezine ölen kocasının hayaliyle yaşayan ve yaşamı darmadağın olmuş çete liderinin dul karısı Veronica Rawlings’i (Viola Davis) yerleştiriyor. Çalınan 2 Milyon doları geri isteyen ve kendisini tehdit eden Jamal Manning karşısında tek çaresinin bu parayı temin etmek olduğunu anlayan Veronica, öncelikle kocasından kalan defteri satarak bu parayı elde edeceğini düşünse de, bunun gerçekleşemeyeceğini kısa sürede anlayarak, dul kalan diğer çete üyelerinin eşlerini, bu defterden edindiği bilgilerle 5 Milyon dolar değerindeki bir sonraki soygun için ikna etmeye çalışacaktır. Ancak çeşitli toplum kesimlerinden ve tarzlardan gelen bu kadınları ikna etmek ve hiç alışık olmadıkları bir işe motive etmek farklı dinamikler gerektirmektedir. Annesinin ve ölen kocasının baskısı altında var olmak becerisi sarsılmış kırılgan, güzel ve alımlı Alice (Elizabeth Debicki), 2 çocuğuyla kendi dükkanını işletmeye çabalayan Linda (Michelle Rodriguez) ve yeni doğmuş bir bebeği olan Amanda (Carrie Coon) Veronica’nın oluşturmaya çalıştığı dullar çetesinin yeni üyeleridir. Kendi ayakları üzerinde durabilmek şansları kalmayan bu kadınların tek çaresi Veronica’nın teklifini kabul etmek ve paylarına düşen parayla hayatlarını yeniden kurmaya çalışmaktır. Ancak Şikago’nun bu bölgesinde her şeyin bir bedeli bulunurken, siyasetçilere kadar uzanan kirli ve çapraşık ilişkilerin gölgesinde, hiç ummadıkları biçimde karşılarına çıkacak her türlü sürprize hazırlıklı olmaları gerekecektir.

Özellikle ırkçılıkla ilgili söylemlerin akademiyi de etkilemesi, siyahların rol aldığı ve bu kesimin sorunlarına değinen filmlerinde Oscar şansının olması gerektiği yönündeki eleştirilerle motive olan Amerikalı ve İngiliz sinemacıların, son dönemlerde ürettikleri filmlerde, özellikle Birleşik Devletler’de siyahlara ve göçmenlere karşı sıradan hale gelen polis şiddetini ve ezilen toplum kesimlerinin sorunlarını öne çıkarttıklarını izliyoruz. Amerikan polisinin en küçük şüphede adeta infaz ettiği siyah ve alt toplum kesimlerinden Amerikalılara karşı yoğunlaşan bu şiddetin film senaryolarının da şekillendirilmesinde etkili olduğunu görüyoruz. Bu noktada filmde, ırkçı söylemleriyle öne çıkan, duayen oyuncu Robert Duwall’ın başarıyla canlandırdığı Tom Mulligan karakteri ve bir yanlış anlaşılma sonucu polis tarafından vurularak öldürülen Rowlings’lerin oğulları ve bunun çiftin ilişkisine olan etkisi dikkat çeken detaylar haline geliyor. Kuşkusuz siyah ve beyaz karı koca ilişkisi de buna koşut olarak mercek altına alınıyor. Bu noktada sinemada önemli filmlerde rol almış bir diğer duayen oyuncu Liam Neeson’ın canlandırdığı Harry Rowlings karakteri, oyuncunun öne çıkan geçmiş performanslarına kıyasla zayıf kalıyor. Ancak senaryonun dikkatle geliştirildiğini ve filmin politik söylemleri öne çıkartan bir atmosfere bürünmesinin engellediğini de görüyoruz. Yönetmen McQueen karakterlerini oluştururken belli bir denge kurmayı da ihmal etmiyor. Özellikle yanına sığındığı annesinin baskısıyla belli işlere yönelmek zorunda kalan, hoş fiziği ve tarzıyla öne çıkan çekici Alice kadar, çetenin diğer kadın üyeleri de Amerikan toplumunda, çaresiz bir kadın için çıkış noktasının ne denli az seçenek sunduğunu bizlere bir defa daha hatırlatırken, özellikle göçmen ve zenci olmanın kadınlar bakımından başka sosyal sorunları tetiklediğinin altı çiziliyor.

“Dul Kadınlar” alışageldiğimiz Hollywood yapımı aksiyonlardan kadınları öne çıkararak ayrışıyor. Ancak Amerika gibi, bileği güçlü olanın kazandığı, sosyal söylemlerin göz ardı edildiği ve “para konuşur” ilkesinin güçlü şekilde altının çizildiği bir ülke için böyle bir hikayenin ne denli inandırıcı olduğu tartışılır hale gelirken, bu durum öykünün sahiciliğine katkı yapmıyor. Şikago’nun şık semtlerinin sunduğu doğal manzaralar ve standartları yüksek sinematografisi filmin dikkat çeken ayrıntıları arasında. Yönetmenin bazı öpüşme sahnelerinde kullandığı yakın planlar artık yaş olarak da kıdem kazanmış oyuncularının performanslarını bizce olumsuz etkiliyor ve seyirci üzerinde gereken etkiyi yaratmıyor. Ancak Alice rolündeki Elizabeth Debicki’nin yer aldığı benzer sahnelerin daha farklı bir atmosfer yarattığını ve karakteri öne çıkardığını da hatırlatmak gerekiyor. Manning’in sosyopat kardeşi Jateem rolündeki Daniel Kaluuya, canlandırdığı karakterle üzerine düşeni fazlasıyla yaparak filmdeki şiddet unsurunun güçlü bir biçimde öne çıkmasını sağlıyor. Filmin uzun süresine karşın ritmini koruyan kurgusu ile Joe Walker’ın ve önemli filmlerin müziklerine imza atmış deneyimli müzik adamı Hans Zimmer’in, bu filmde de iyi bir iş çıkarttıklarını hatırlatmalıyız. Dikkatle oluşturulmuş senaryosu, Amerikan tarzı siyasal ve sosyal yaşamın detaylarına değinen ve ölçüler dahilinde bunları öne çıkaran ustaca dokunuşlar, sinema kuramına uygun biçimde birçok farklı argümanı bir araya getirmekteki beceri ve başarılı oyuncuları, “Dul Kadınlar”ı vizyondaki filmler arasında dikkate alınması gereken bir seçenek haline getiriyor.

Hikmet Vardar

Yukarı SB
error: Content is protected !!