Yönetmen Mahur Özmen Söyleşisi
Şunu söylemeliyim, sinemayı sanat olarak çok seviyorum. Sanat alanında Türk sineması, Fransız sineması falan tarzı kavramlar beni hiç ilgilendirmiyor biliyor musunuz, benim için sevdiğim, beni ifade eden merkezinde kendimi bulduğum bana ait bir meseleyi bulduğum filmler beni ilgilendiriyor…
Sinemafilm olarak yeni bir filmin set atmosferinde olmaktan mutluluk duyuyoruz. Film ve kendinizle ilgili detayları rica edebilir miyiz?
M. ÖZMEN – Öncelikle geldiğiniz için teşekkür ederiz. Sizi burada görmek güzel bir şey. Bu benim ikinci filmim. Kültür bakanlığı destekli. Bir dönem filmi. Aslında tüm dönemlerin filmi olarak düşünmek lazım. Yani onu daha öncede söylemiştim, bir filmde belli bir süre sonra zamanın ve mekanların çok fazla önemi olmamasını, önemli olan insana ait değerlerin filmde ne şekilde işlediğini görmek her zaman benim için önemli… ki ele aldığım konu gerçekten tüm zamanlarda insanlık tarihinde sürekli olarak belli dönemlerde ve bir takım ülkeler için sürekli gündemde olan bir konu, militarizm, darbeler, askeri yönetimler…
12 Eylül… gerçi biz yönetmenler filmlerinin pek öyle tanımlanmasını istemezler, 12 Eylül filmleri gerçekten insanın kulağına çok hoş gelmiyor ama bir zararı da yok… 1980 ihtilali döneminde naçizane bir Türkiye panoraması çizmeye çalıştım… bu dönemdeki insanların darbe karşısında aldıkları tavırları farklı sınıflar temelinde anlatmaya çalıştım…her zaman için sevdiğim filmlerde o sınıf vurgusunu görmüşümdür… isterse filmin konusu türü ne olursa olsun gerçektende eğer karakter üretiliyorsa, karakterin mutlaka ait olduğu sınıfa dair bir söylemi, tavır ve davranışları vardır… özellikle böyle dönemlerde bu ait olduğu sınıftan dolayı darbelere verdiği tepki, darbeler karşısında insanların aldığı konum değişir…
Böyle bir dönemde yoksul bir ailenin tesadüfen girdikleri, kaçmak zorunda kaldıkları bir zengin evinde darbeye yakalanmalarını ve burada yaşadıkları kısa bir zaman dilimini anlatmaya çalıştım… dediğim gibi bir Türkiye panoraması belli karakterlerle o dönemlerdeki farklı fikirlerin temsilini canlandırmaya çalıştım… zenginlerimiz var, yoksullarımız var… ama yoksulluk içinde militarizmi destekleyenler var, karşı olanlar var. Zenginlik içinde de keza destekleyenler ve karşı olanlar var… bunların aynı ortamda birbirlerine karşı olan tepkilerini incelemek istedim. inandığım bir olay vardır, herhalde pek tartışılmayan bir konu vardır, “anatomi yazgıdır” der Freud, bundan ziyade Lacan ın dediği gibi herhalde yazgı değildir… insanın ait olduğu ve dünyaya geldiği kültür evreni hayatı boyunca aslında biraz yazgısını belirliyor… o yüzden de yoksul kızımızın girmiş olduğu zengin evde doğmuş olsaydı eğer, hayatının çok farklı şekilde olabileceğini de alt metin olarak vermeye çalıştım… orada farklı bir sınıfta Bahar karakterimizin, çok daha farklı bir yazgısı olacakken, maalesef ait olduğu sınıf onun yazgısını da belirliyor, militarizmin insanı hayatında memleketinden ettiğini, hayallerinden ettiğini, düşünce ve ideallerinden ettiğini, aşklarından ettiğini, babasından mahrum ettiğini anlatmaya çalıştım. Bilmiyorum ne kadar başarılı olacağız.
Filminizi değerlendirirken, oyuncularınıza da değinmek isteriz. Önemli rollerden birisini canlandıran Gerçek Sağlar da daha önce militarist yönü öne çıktığı için eleştirilen ancak aslında naif karakterleri ve Türkiye hikayesi anlatan bir dizide uzun süre rol aldı. Oyuncu seçerken kriteriniz neydi?
M. ÖZMEN – Gerçekten belki bütün yönetmen ve senaristlerde aynı şeyi düşünür ama yazarken bir süre sonra ilk başta olmasa bile, bazen ilk başta bazen ortasında ya da bittikten sonra ikinci kez okuduğunda senaryoda düzeltmeler yaptığında, mutlaka karakterler aklınıza geliyor… çünkü sanatçıları da tanıyorsunuz…
Gerçek Sağlar, Zehra karakteri için gerçekten hep aklımda olan isimdi… Çünkü Serap Sağlar la “Adalet Oyunu” filmi’ nde çalışmıştık, Serap Abla kesinlikle Meral karakterimdi. Yazarken direk aklıma geldi. Gerçek Sağlar daha sonra bir anda aklıma geldi. Ve kendisine teklif ettiğimde kabul edince çok mutlu oldum. İlk filmi olduğu için de zannedersem, gerçi ben öyle biliyorum ama, kabul etti çok mutlu oldum, çünkü fizik olarak da kafamdaki Zehra karakterine çok uyuyordu.
Kürşat Alnıaçık ilerici bir karakter anlamında gerçekten de tam düşündüğüm gibi, Aytaç Arman çocukluğumdan beri hayran olduğum bir sanatçı. Gerek kişiliği, gerek oyunculuk yeteneği ve duruşuyla onun kesinlikle gerçi Aytaç ağabeyin genel karakterine uygun olmayan bir karakter, tanık olan ancak hiçbir biçimde hiçbir eylem içinde olmayan birisi.
Aytaç ağabey kesinlikle öyle bir insan değil… O bu karakteri canlandıracağı için çok mutlu oldum… Bahar karakteri, filmimizde Bahar’ın gözünden anlatıyoruz olayları, 17 yaşında, kendisi de gerçekten 17 yaşında… Onun o duru güzelliği, çok fazla her yerde görülmeyen, birçok oyuncuda artık görülmeyen, çünkü birbirine benzeyen oyuncu sayısı çok arttı… farklı bir fizyolojisi, farklı bir yüz ifadesinin olması, aslında benim için bir şans oldu…
O yüzden oyunculardan, fizyolojilerinden ve duruşlarından çok memnunum…
Türkiye de sinema da bir anlamda tartışılıyor. Türk sineması mı, Türkiye sineması mı diye? Bu tür tartışmalara biz tabii girmiyoruz. Sinemaya daha ziyade teknik yönüyle yaklaşıyoruz. Bir yandan da çok büyük gişe başarısı elde eden ama niteliği ve sanatsal yönü bakımından eleştirilen filmler var. Kuşkusuz her film bizim için değerli, maksatlı eleştirmek niyetinde değiliz ancak doğal olarak, teknik olarak eleştirmek hakkımız saklı kalmak kaydı ile. Sizin yönetmen olarak bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
M. ÖZMEN – Şunu söylemeliyim, sinemayı sanat olarak çok seviyorum. Ve aidiyet her anlamda benim çok sıcak olmadığım bir kavram… Her anlamda…Hele ki sanat alanında Türk sineması, Fransız sineması falan tarzı kavramlar beni hiç ilgilendirmiyor biliyor musunuz, benim için sevdiğim, beni ifade eden merkezinde kendimi bulduğum bana ait bir meseleyi bulduğum filmler beni ilgilendiriyor. O yüzden, hangi ülkenin yaptığı yönetmenin tabiiyeti filan hiç önemli değil… dünyanın her ülkesinde çok başarılı yönetmenler var, benim düşündüğüm tarz filmler yapanlar ama ister istemez bu ülkenin topraklarında doğmuş olmanın getirdiği biraz duygusal anlamda Türk sinemasına bir bağlılık var ama hakikaten iyi film kötü film olarak ben de kendimce herkes gibi değerlendiriyorum ve o yüzden de bu tür yaklaşımları sinsi bir tuzak olarak görüyorum. Mesela şey konusunda Türk sineması olduğu için bu hataları görelim tam tersi bu tür düşünceleri Türk sinemasına bir hakaret olarak görüyorum. Hiç öyle değil, normalde dünyanın hangi ülkesinde film değerlendirirsem değerlendireyim sinemamızı da aynı gözle değerlendiriyorum. Çok başarılı filmlerimiz var, çok başarılı yönetmenlerimiz var . O yüzden de bu şey konusuna gelirsek bazı filmlerin çok fazla seyirci yapması, gişe yapması falan… dünyanın her yerinde böyle, zanaatkarlık anlamında bu tür filmlerin, bunların gerekli olduğu, bu sektörün dönmesi anlamında, sinema salonlarının iş yapması anlamında, gerekli, ona karşı bir şeyim yok. Seyirci bu tür filmlere ilgi duyuyor, bunun sebebini başka şeylerde aramak lazım… Filmi tu kaka ilan etmektense diyalektik olarak baktığımızda bu tür filmlerin niye çok seyirci yaptığı konusunda belki kafa yorulabilir… ama mutlaka çok seyirci yapan film kötü film demek de değildir, çok başarılı da olabilir.
Çok az seyirci yapan filmlerde mutlaka çok iyi film ama seyirci anlamıyor tarzında da yaklaşmıyorum ben… yani bu da öyle doğru bir şey değildir. Çok az seyirci yapar ama film hakikaten kötüdür. O şekilde dediğim gibi kendi kriterlerim var. Benim için merkezinde insan olan toplumcu gerçekçi sinemayı çok seviyorum. Yaşayan insan ve mutlaka hayatta mesele yaptığım, bana ve insana ait değerleri ve bu değer dönüşümlerini anlatan filmleri seviyorum…
O filmin milliyeti hiç önemli değil…
H.VARDAR – Size başarılar diliyoruz. Yolunuz açık olsun. Umarız istediğiniz başarıyı elde edersiniz.