Kısafilm

Bir Nefes

İlk gösterimini 40. Uluslararası Toronto Film Festivali’nde yapan ‘Ein Atem’ (Bir Nefes), küreselleşme politikaları etkisindeki dünyamızda yaşanan ekonomik kriz nedeniyle değişen sosyal dengeleri ve etkilenen yaşamları, iki farklı toplum ve gelir kesiminden kadınlar üzerinden anlatıyor…

BİR NEFES (EIN ATEM)

Yönetmen: Christian Zübert

Senaryo: Christian Zübert, Ipek Zübert

Oyuncular: Jördis Triebel, Chara Mata Giannatau, Benjamin Sadler, Apostolis Totsikas,

Görüntü Yönetmeni: Ngo The Chau

Kurgu: Mona Bräuer

Yapım Yılı ve Süre: 2016 / 97 dakika

İlk gösterimini 40. Uluslararası Toronto Film Festivali’nde yapan ‘Ein Atem’ (Bir Nefes), küreselleşme politikaları etkisindeki dünyamızda yaşanan ekonomik kriz nedeniyle değişen sosyal dengeleri ve etkilenen yaşamları, iki farklı toplum ve gelir kesiminden kadınlar üzerinden anlatıyor. Alman yönetmen Christian Zübert’in iki farklı bakış açısıyla anlatmaya çalıştığı öykü, Toronto Uluslararası Film Festivali ve Uluslararası Selanik Film Festivali Resmi Seçki’lerinde yer alırken, 41. Uluslararası Selanik Film Festivali’nde, İzleyici Ödülü’ne layık bulunmuş.

Bir özet yaparak başlamak gerekirse, küreselleştirilmeye çalışılan dünyada ve Avrupa Birliği’nin tek avrupa hayaliyle başka bir forma bürünen, sınırları kaldırılmış Avrupa’sında, göçmen olmanın kuralları da değişiyor. Dünün “şımarık çocuğu” Yunanistan, bu günün dünya koşullarına ayak uyduramaması sonucu gelişen ekonomik bunalım ve bu durumun tetiklediği sosyal çalkantılarla savaşır duruma düştü. Şişmiş memur ücretleri ve kredilerle sağlanan gelirinden çok tüketme alışkanlığı, denizcilik ve turizm dışında katma değer yaratmakta zorlanan ülkeyi iflas noktasına getirdi ve sert tedbirler almak ve avrupa birliği’nden yardım talep etmek zorunda bıraktı. Özellikle Almanya gibi ülkelerin gösterdikleri nezaket ölçülerini zorlayan tepkilerin yansımaları da o oranda ağır oldu. Ve her zaman olduğu gibi bu bedeli orta ve dar gelirli halk kesimleri ve emekliler ödemek durumunda kaldılar. Kuşkusuz göç öykülerine yaslanan filmler içinde bizden etkileyici ve özgün bir örnek olarak hatırladığım, Yönetmen Tunç Okan’ın Otobüs filmi (1976), göçmen olmayı ve farklı bir kültür içerisinde varoluş savaşımını yıllar önce etkileyici bir sinema diliyle beyaz perdeye taşımıştı. Yönetmen Tunç Okan, Bu filmle ilgili kendisine yapılan eleştirileri yanıtlarken, sistemin dışında, acemi ve amatör bir ruhla çalışmanın sonuç üzerinde olumlu etkileri olduğunu ve filmini öne çıkarttığını hatırlatmıştı. Koşullar alabildiğine farklılaşsa da, günümüzdede bu yönde değişen birşey olmadığı kolayca anlaşılıyor. Bir Nefes’in özellikle Toronto gibi önemli festivallerde ilgi uyandırmasının sırrı da burada aranabilir.

Yunanistanda istediği gibi bir iş bulamayan ve otel görevlisi olarak çalışan, eğitimli, genç ve alımlı Elena, yeni bir gelecek hayaliyle farklı iş fırsatları yakalayacağını düşündüğü Almanya’ya gitmek istemektedir. Almanca bilmeyen ve aile baskısı altındaki erkek arkadaşı buna karşıdır. Ancak Elena Yunanistan’daki ekonomik kriz nedeniyle düşen ücretler ve ağırlaşan iş koşullarını aşmak ve daha renkli bir yaşam kurmak istemektedir. Almanya’da yaşayan kız arkadaşı’nın yardımıyla bir barda işe başlar. Ancak kurallar gereği bazı belgeleri tamamlaması ve sağlık kontrolu yaptırması gerekmektedir. Yapılan tahliller sonucu hamile olduğu anlaşılır. Yaşamının yönü bir anda değişmiş, bu yeni duruma çözüm bulmak, sürpriz hamilelik nedeniyle ve bebeğin tahliyesi için gereken 400 Euro’yu biriktirmek üzere, hiç deneyimi olmayan bir alanda karşısına çıkan geçici iş fırsatını kullanacak, süratle gelişen ve kontroldan çıkan olayların girdabında yitip gidecektir.

‘Bir Nefes’ aşina olduğumuz bir öyküyü beyaz perdeye taşıyor. Hem ülkemizin Yunanistan’la olan kültürel ve sosyal yakınlığı, hem de bizde de çok yaygın olan yabancı uyruklu bakıcı sorununu öyküye iliştirmesi, aslında çok benzer bir konuda farklı toplumlar üzerinden okumalar yapılmasına imkan sağlıyor. Özellikle toplumumuz ve avrupa birliği arasındaki ilişkilere dair değerlendirmelerde, din farklılığının Türkiye önündeki en önemli engel olduğu varsayılırken, aslında en önemli engelin sosyal ve kültürel farklılıklar olduğunuda anlamak gerekiyor. Ancak filmin senaristi olarak adı geçen İpek Zübert’in yönetmenin eşi olduğunu ve Almanya’ya göç sorununu, bizim penceremizdende görebilen bir bakış açısına sahip olduğunu varsayarak, öykünün oluşturulmasında bu bakış açısının etkili olduğunu düşünüyoruz. Ancak yönetmenin Alman oluşu, kendi toplumu açısından kısmen bir sistem eleştirisi yapsa dahi, Alman toplumunun, ekonomik kriz nedeniyle güç duruma düşen ve Avrupa Birliği üzerinde mali yük oluşturan iflas durumundaki Yunanistan’a olan yaklaşımından izler taşıyor ve bir tür göreceli denge sağlıyor. Bu noktada bir parantez açmak gerekirse, özellikle çocuk bakıcılığı’nın, sorumluluk gerektiren ciddi bir meslek olduğunuda anlıyoruz. Geçtiğimiz yıllarda hikayesi ‘elektronik prangalı profesyonel bebek bakıcısı olarak’ ülkemizdeki yazılı ve görsel medyaya uzun süre konu edilen ve halen Amerika’da, çarptırıldığı 8 yıllık hapis cezasını tamamlamakta olan Figen Gülertekin’in dramatik hikayesini de bu film sayesinde bir defa daha hatırlıyoruz.

Film iki toplum yapısı arasında bir sosyal kıyaslama imkanı da sunuyor. Günümüzde her ne kadar esnemiş olsa da, katı disiplin ve sisteme dayanan bir toplum anlayışıyla, işi oluruna bırakmış ancak günü yaşamak derdindeki iki ayrı toplum yapısına kadınların gözünden yaklaşarak bir tür sosyolojik değerlendirmeyle de karşı karşıya kalıyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan iş gücü açığını kapatmak üzere Türkiye başta olmak üzere Doğu Avrupa kökenli göçmen işçilere kapılarını açan Almanya’da, tüm çabalara karşın doğru bir çizgiye oturamamış göçmen işçi sorunu ve bu sorunun sosyal yansımaları ve kadınların yaşadıkları dramlar, Yönetmen Sinan Çetin’in ‘Berlin Berlin’ (1993) ve Türk asıllı Alman Yönetmen Fatih Akın’ın, ‘Duvara Karşı’ (2004) filmleri gibi özgün örneklerle bizim açımızdanda başarılı biçimde beyaz perdeye yansıtılmıştı.

Bir Nefes, Avrupa Birliği’nin, çözmekte bizce yetersiz kaldığı en önemli sorunu, iki kadının kesişen ve rolleri değiştiren hikayeleri üzerinden okumaya çalışırken, kağıt üzerinde yapılan planlamaların gerçek yaşamın yansımalarıyla ne denli örtüşmediğini de ironik bir dille özetliyor. Bu dilin tamamen tarafsız ve doğru ölçüde olduğunu iddia etmek mümkün olmasa da, filmin, temposunu koruyan, yer yer dramatik ögelerin alabildiğine ön plana çıktığı, ancak farklı dokunuşlar gerektiren senaryosuna karşın, özellikle göçmen sorunlarıyla ilgilenenler ve yabancı bir ülkede yaşama hayali olanların ilgiyle seyredeceği bir film olduğunun özellikle altını çizmek gerekiyor.

Hikmet Vardar

Yukarı SB
error: Content is protected !!