Gladyatör II Film Analizi…
Yönetmen: Ridley Scott
Senaryo: David Scarpa & Peter Craig
Oyuncular: Connie Nielsen, Paul Mescal, Pedro Pascal, Denzel Washington, Joseph Quinn, Derek Jakobi, Fred Hechinger
Görüntü Yönetmeni: John Mathieson
Kurgu: Sam Restivo, Claire Simpson
Müzik: Harry Gregson Williams
Yapımcılar: Winston Azzopardi, Aidan Elliott, Lucy Fisher, David Franzoni, Raymond Kirk, Laurie MacDonald, Walter F. Parkes, Michael Pruts, Ridley Scott, Douglas Wick
Yapım Yılı ve Süresi: 2024, 148 dk.
Duayen İngiliz Yönetmen Sir Ridley Scott imzalı ve önemli rollerde Russell Crowe, Joaquin Phoenix ve Connie Nielsen’ı izlediğimiz 2000 yılı yapımı Gladyatör, 12 dalda Oscar adayı olarak ve En İyi Film dahil 5 dalda Oscar kazanırken, diğer ödüller ve adaylıklarla çıtayı hayli yüksekte konumlandırmıştı. Kuşkusuz bir devam filmiyle bu başarıyı taçlandırmak farklı bir çaba gerektiriyor.
Yönetmen Scott 24 yıllık bir aradan sonra Marcus Aurelius’un hayalini gerçekleştirmek görevini, bu defa, yaşadığı klanın Roma ile yaptığı savaşta eşini kaybeden ve esir düşerek Roma’ya geri dönmek zorunda kalan torunu Lucius’a (Paul Mescal) veriyor. Bu noktada Yönetmen Ridley Scott Paul Mescal hakkındaki görüşlerini aktarırken, Lucius’u canlandıran Paul Mescal’ı ilk kez, beğenilen Anglo-İrlandalı televizyon dizisi “Normal People” da rol aldığı zaman fark ettiğini söylüyor. Scott, “Bana Richard Harris ile genç Albert Finney’nin karışımını anımsattı” diyor. “Çok sağlam, sıkı ve sempatik bir aktör gibi görünüyordu. Senaryodaki hikâye gelişmeye başladıkça onu düşünmeye devam ettim. Çok iyi bir tiyatro oyuncusu olduğunu biliyordum ki bu benim için bir artıdır. Tiyatro oyuncuları beni dürüst tutuyor. Çok görsel olmak ve şimşek gibi hareket etmek eğilimindeyim. Her çekim arasında hikâye ve karakterler hakkında bilgi sahibi olmak istiyorlar” diyor. Paul Mescal’ı, Maximus karakterini başarıyla canlandırmış Russell Crowe ile kıyaslamak kolay olmuyor. Çok başarılı bir performansı aynı şekilde tekrarlamanın oldukça zorlu olduğunu görüyoruz. Bu noktada Crowe’un performans olarak daha başarılı olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır.
Hikayeyi özetlersek, babası Maximus’un ölümü sonrası, hayatının tehlikede olduğuna dair telkinlerle annesi Lucilla (Connie Nielsen) tarafından Roma’dan kaçırılan Lucius, sığındığı Numidya* klanında önder bir savaşçıya dönüşmüş ve karısı Arishat (Yuval Gonen) ile mutlu bir yaşam sürdürmektedir. Ancak bu mutluluk uzun sürmeyecektir. Kana susamış kalabalıklar tarafından tetiklenen yarı deli ikiz imparatorlar, zalimce arayışlara yönelirken, Kolezyum’daki savaşlar daha ölümcül, şiddetli ve görkemli hâle gelmiştir. Roma İmparatorluğu sınırlarını genişleterek, yoluna çıkan her kültürü yağmalayarak ve hayatta kalanları arenada yaşamları için savaşmaya zorlayarak dünya üzerindeki amansız ilerleyişini sürdürmektedir. Bu amaçla ve İmparatorların emriyle, Roma Generali Marcus Acacius (Pedro Pascal) komutasındaki Roma askerleri, kadırgalarla Numidya kalesine saldırır. Lucius bu acımasız ve kanlı savaşta eşi Arishat’ı kaybeder ve esir düşer. Artık onun için tek bir amaç vardır. Bu amaç, hayatta kalmak ve komutan Acacius’tan eşinin intikamını almaktır. Eski bir köle ve artık zenginleşmiş bir iş adamı olan, gladyatör efendisi Macrinus (Denzel Washington) tarafından savaşçı yetenekleri fark edilen Lucius, bir gladyatör olarak arenaya çıkarılır. Roma tam bir yozlaşmanın pençesindedir ve iki kardeş imparator tarafından acımasızca yönetilmektedir. Lucilla ve eşi General Acacius bu yozlaşmanın farkındadır ve Roma’nın barış içerisinde senato tarafından yönetilmesini arzulamaktadırlar. Bir ahtapot gibi her yere sokulmuş olan Macrinus, bu örgütlenmeyi açığa çıkarır. Amacı Roma’nın yönetimine perde gerisinde el koymak ve kendi amaçları doğrultusunda bir düzen oluşturmaktır. Macrinus’un, kendisi için dövüşmesini isterken Lucius’a söz verdiği gibi, imparatorun emriyle cezalandırılmak üzere Acacius, yenilmez gladyatör Lucius karşısında arenada ölümüne bir düelloya çıkartılır. Ancak Lucilla, Acacius’a gerçekleri anlatmıştır. Acacius, Lucius ile düelloyu reddeder ve kılıcını bırakır. Kayıp bir prens iken gladyatör olarak ortaya çıkan Lucius, babası Maximus’un onurunu taşımaktadır ve savunmasız rakibini öldürmeyi reddeder. Ancak, İmparatorun emriyle infaz edilen Roma komutanının dramatik sonu seyircileri galeyana getirmeye yetecektir. Bundan sonra olacaklar, Roma’nın kaderini belirlemekte farklı bir sayfa açacaktır.
Güzel bir yemeği dahi ikinci defa denemek aynı lezzeti vermeyebilir. Bu benzetmeyi tüm ihtişamına karşın Gladyatör II için de yapmak mümkün. İlk filme kıyasla daha teknolojik, dijital imkanları cömertçe kullanan ve iki saati aşan süresine karşın keyifle seyredilen usta işi bir yapım olmasına karşın, filmi izlerken bir şeylerin eksik kaldığı hissi öne çıkıyor. Kişisel olarak bu durumu daha çok Russell Crowe ve Joaquin Phoenix gibi isimlere kıyasla, başroldeki oyuncuların daha ışıltısız kalması kadar, ilk filmde de rol alan ve artık yaşını belli eden oyuncuların atmosfere olan katkılarındaki eksikliklerle izah ediyoruz. İlkine kıyasla daha da şiddet dolu bir filmle yüzleşiyoruz. Fantastik vahşi maymunlardan at yerine kullanılan gergedana, arenaya taşınan gemilerden suda cirit atan köpekbalıklarına kadar ilk filme kıyasla çok farklı bir atmosfer yaratılmış olsa dahi ve özellikle filmin açılışındaki özenle oluşturulmuş çıkarma sahnesi ve görkemli savaş sekanslarına karşın, bize göre yalın olanın her zaman başka bir tadı var. Belki de hissettiğimiz bu eksiklik hissinin bir nedeni de burada gizli.
Filmin yapımcıları arasında da olan Yönetmen Ridley Scott, oldukça ilerlemiş yaşına karşın, yüklendiği sorumluluğun epeyce farkında olmalıki, filmin her sekansında bunu bizlere fazlasıyla hissettiriyor. Yapımcılar arasında 5 Oscarlı Gladyatör’ün senaristleri arasındaki David Franzoni’de var. Yapım notlarından alıntı yaparak özetleyecek olursak, 2001’de ortağı Wick’le birlikte yeni filmi geliştirmeye başlayan yapımcı Lucy Fisher, “Orijinal filmin sürükleyici aksiyonunun üstüne çıkmamız gerektiğini biliyorduk ama aynı zamanda duygusal samimiyetini de yakalamaya çalışmalıydık.” diyor. “Gladyatör’ün devamı olmaya layık olduğunu düşündüğümüz bir hikâye bulmak uzun zaman aldı. Ancak Lucius karakterini sürgün edilmiş, terk edilmiş ve kendisini hem yaratan hem de ona ihanet eden şehri yok etmeye kararlı öfkeli bir genç adam olarak yakaladığımızda, hikâyemiz ortaya çıkmaya başladı. Lucius kayıp bir prens olacaktı, Roma dışında herhangi bir yerde olmak istiyordu ama yine de tüm yollar onu Romaya götürecekti.”
Roma, senatörleri ve bilinen her türlü siyasi entrika ile içi içe bir görüntü sergilerken, MÖ 44’te Julius Sezar‘ın, en yakın arkadaşı Marcus Junius Brütüs liderliğindeki kızgın bir grup senatör tarafından sırtından bıçaklandığı anlarda tarihe geçmiş sözleri hemen aklımıza geliveriyor. Scott’ın bir tür demokrasi arayışıyla sonlanan filmi, günümüzde dahi kıyım ve entrikalarla dolu dünyamızda, yönetmenin, ileri yaşının naifliğiyle beyaz perdeye aksettirdiği bir insani dışa vurum olarak da yorumlanabilir. Ancak bilinen bir gerçek var ki, insanoğlu vahşeti elden bırakmıyor. Kılıçların ve mancınıkların yerini almış modern silahlarla, günümüzde de birbirini boğazlamaya devam ediyor.
Görkemli prodüksiyon tasarımıyla, ihtişamlı ve özenle çekilmiş sahnelerin öne çıktığı bu usta işi yapım, 24 yıl sonra Proximo’nun (Oliver Reed) yerini almış Macrinus (Denzel Washington) ile de bir sürpriz yapıyor. Bu durum Macrinus karakterinin filmin oyuncu kadrosu içerisinde bir anlamda öne çıkmasına da neden oluyor. Son dönemde adalet dağıtan eski gizli servis ajanı ve tetikçisi olarak “Adalet” üçlemesinde seyrettiğimiz Washington, yanına bu filmlerdeki rol arkadaşı Pedro Pascal’ı da alarak hikayeye bir anlamda damgasını vuruyor. İlk filmde Joaquin Phoenix’in canlandırdığı Commodus karakterine kıyasla filmdeki “birader imparatorlar” sıradan, silik ve kafa karıştırıcı bir performans sergiliyorlar. Bu noktada Gladyatör II’nin en zayıf noktasının burada olduğunu görüyoruz. Joseph Quinn ve Fred Hechinger tarafından canlandırılan İmparator Geta ve Caracalla karakterleri adeta bir asalet aşağılaması. Artık yaşının da dezavantajıyla, kardeşi ve sevdiği adam arasında sıkışmış ve küçük oğlunu korumaya çalışan ilk filmin öne çıkan kadın oyuncusu Connie Nielsen, bu filmde istenilen ölçüde ilgi çekemiyor.
Toparlayacak olursak, Gladyatör gibi sinema tarihine başarıyla yazılmış bir filmin devamını çekmek, Yönetmen Ridley Scott için de zorlu bir sınav olarak sayılabilir. Ancak önemli yapımlarla öne çıkmış bu sinema duayeni, detaylardaki eksiklerine karşın türün seyircisi için oldukça ilgi çekecek bir filmle tekrar karşımızda. Kişisel tercihim kesinlikle ilk filmden yana olsa da, sinemaya dair güçlü söylemleri olan bir yönetmenin elinden çıkmış bu usta işi filmi, türün meraklılarına tavsiye ediyoruz.
Hikmet Vardar
* Afrika’da Sahra’nın kuzeyindeki bir bölgeye Romalıların verdiği ad. Aşağı yukarı Cezayir’in günümüzdeki sınırları içinde kalır.