Kısafilm

Yol Ayrımı

70’li yıllarda televizyon karşısında yenik düşen ve kurtuluş çaresini erotik filmlerde bulmaya çalışan Yeşilçam sineması, sinema seyircisini beyazperdeye küstürmüştü. Bu küskünlük uzun yıllar sürmüş, ancak, birçok sinema yazarının da kabul ettiği gibi, Yavuz Turgul imzalı, önemli rollerde Şener Şen…

YOL AYRIMI

Yönetmen: Yavuz Turgul

Senaryo: Yavuz Turgul

Oyuncular: Şener Şen, Rutkay Aziz, Çiğdem Selışık Onat, Mert Fırat, Tilbe Saran, Ruhsal Öcal, Defne Kayalar, Şerif Erol, Yosi Mizrahi

Görüntü Yönetmeni: Uğur İçbak

Kurgu: Niko

Müzik: Anjelika Akbar

Yapım Yılı ve Süre: 2017 / 150 dk.

70’li yıllarda televizyon karşısında yenik düşen ve kurtuluş çaresini erotik filmlerde bulmaya çalışan Yeşilçam sineması, sinema seyircisini beyazperdeye küstürmüştü. Bu küskünlük uzun yıllar sürmüş, ancak, birçok sinema yazarının da kabul ettiği gibi, Yavuz Turgul imzalı, önemli rollerde Şener Şen, Uğur Yücel, Kamran Usluer, Sermin Hürmeriç, Yeşim Salkım ve Özkan Uğur’u izlediğimiz 1996 yapımı ‘Eşkiya’ filmi, adeta bir milat oluşturmuş ve seyirciyi ulusal sinema’yla yıllar sonra tekrar barıştırmıştı. Yavuz Turgul filmografisinde yer alan önemli filmlerin değişmez oyuncusu Şener Şen, Yavuz Turgul filmleriyle olgunlaşan drama türü oyunculuğunu ‘Yol Ayrımı’ filmiyle bir defa daha tekrarlıyor.

Hababam Sınıfı, Süt Kardeşler, Çöpçüler Kralı, Çiçek Abbas, Eşkiya, Züğürt Ağa, gibi artık klasikler arasında kabul edilen ve her kuşağın defalarca ve severek izlediği filmler ve yine Türkan Şoray’la birlikte rol aldığı İkinci Bahar dizisiyle televizyonda başarılar elde etmiş, sinemamızın sevilen ve yetenekli oyuncusu Şener Şen, bazı reklam filmlerinde rol alsa da, uzun bir süre sinemaya ara verdi. Ancak Eşkiya başta olmak üzere birçok başarılı filmde birlikte çalışmış Turgul ve Şen, 7 yıl sonra TMC/Erol Avcı yapımcılığında ‘Yol Ayrımı’ filmi’yle sinemaya geri döndüler.

Tavizsiz ve katı kurallarla şirketini yöneten, tüm hayatını babasından devraldığı tekstil imparatorluğunu büyütmeye adayan, ticari amaçları doğrultusunda agresif ve acımasız yöntemler izlemekten çekinmeyen, Kozanlı şirketinin büyük hissedarı iş adamı Mazhar Kozanlı (Şener Şen), zor durumdaki bir şirketi devralmak için teklif verdiği iş yemeği sonrası, kendi kullandığı makam aracına bir trafik magandasının çarpması sonucu yaşadığı ağır trafik kazasında yaralanır. Diğer sürücünün öldüğü kazada, lüks makam aracı kendisini ne kadar korusa da, bir süreliğine kalbi durmuş ve ölümle yaşam arasındaki ince çizgide gidip gelmiştir. Tekrar sağlığına kavuşan Mazhar Kozanlı, bambaşka bir kişiliğe bürünecek, içinde saklı çocukluğunu ve bastırılmış insani duyguları hatırlayacak, evini terkederek, yıllardır aramadığı Galatasaray Lisesi’nden arkadaşı Altan’ın (Rutkay Aziz) evine sığınarak, daha önce işten çıkardığı çalışanları lehine çaba göstererek, sert karakterli ve sahip oldukları şirketin yıllarca perde arkasında yöneticisi olmuş annesine, ailesi ve can dostuna karşı bir iktidar ve hak mücadelesine girişecektir. Bu mücadele yıllar öncesine dayanan şantaj ve kirli ilişkilerle bezenmiş bir yapıyı sorgularken, karşılaştığı yol ayrımında ailesi, önünde bir engel olarak beklemektedir. Mazhar Kozanlı, yaptığı tercihin bedelini ödemek ya da pes etmekle karşı karşıya kalacaktır. Bu yolda farklı sosyal kesimlerden, yeni dostlar ve mekânlar bulacak, yolu, Nur (Tilbe Saran) ve çalışanları ile kesişecektir.

Öncelikle altını çizmek gerekir ki, Yavuz Turgul ve Şener Şen ikilisini, yeniden bir sinema filmi’nde görmek, bazı beklentileri beraberinde getiriyor. Özellikle deneyimli ve titiz çalışan bir görüntü yönetmeni olarak tanıdığımız Uğur İçbak’ın steril görüntüleri ve sinematografi kuramlarına gönderme yapan kadrajlar filmin artıları arasında. Ancak filmin yapımcısı TMC ve FOX Kanalı’nın, özellikle son yıllarda reyting rekortmeni dizilerinde yapımcısı olması ve bir sinema filminden çok, popüler dizi formatlarına daha yakın görünen ve sinemaya ait detayları ihmal ederek öyküyü basitleştiren ve tekrarlara düşen senaryosu, bu iddialı yapımın hangi kriterlere göre değerlendirilmesi gerektiği bakımından bir paradoks oluşturuyor. Basına yaptığı açıklamalarda Şener Şen, beğendiği senaryolarla karşılaşmadığı için sinemaya bu denli ara verdiğinin altını çizerken, Yavuz Turgul imzalı, fantastik bir çizgiye doğru kayan senaryo’nun beklentileri ne denli karşıladığını bilemiyoruz. Filmin müzikleri, yönetmenin, Eşkiya filmi’nde 1996’da Erkan Oğur ve bir caz ustası olan Aşkın Arsunan’a emanet ettiği gibi, bu defa da yine başarılı bir isim olan Anjelika Akbar’a ait.

Özellikle 2000’li yılların sonunda yaşanan global ekonomik kriz ve sonucunda oluşan çalışanlara dair mağduriyetler, Hollywood’u da etkiledi ve kapitalist sistemin kalesi Birleşik Devletler’de, tavizsiz ve insani değerlerle çelişen yönetici uygulamalarına farklı bir bakışla yaklaşan Şirket Adamları (The Company Man/2010/John Wells) ve Aklı Havada (Up in the Air/2009/Jason Reitman) gibi Amerikan sisteminin pek de alışık olmadığı sosyal söylemleri öne çıkaran ya da öyküye iliştiren filmler, gösterime girdi. Örneklemek gerekirse, İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilen ve bir süre gösterimde kalan Genç Karl Marx (The Young Karl Marx/2017/Raoul Peck), gerek sinematografik olarak, gerekse senar-yosuyla, komünizmin doğuşuna neden olan dönemin sermaye ve proletarya ilişkisini başarıyla yansıtan ve vahşi kapitalizm üzerine okumalar yapmayı olanaklı kılan, Engels ve Marx’ın siyasal dostluklarının ilk dönemine dramatize belgesel gerçekliğiyle ışık tutan bir yapımdı.

Kullandıkları teknolojiler ve yöntemler artık ne denli yakın hale gelse de, sinema ile televizyon filmlerini birbirinden ayıran paradigmalar bulunuyor. Bu bağlamda yönetmen Yavuz Turgul’da belirli bir ölçü dahilinde denge sağlamaya çalışıyor. Bisikleti bir metafor olarak kullanırken, günümüzün, vahşi kapitalizme esir olmuş, parayı tek güç sayan küreselleşmiş dünyasında, hepimizin gerçekleşmeyeceğini gayet iyi bildiğimiz iş hayatına dair pembe düşleri telaffuz etmeye çalışan, Galatasaray Liseli kardeşlikten, sermaye ve proletarya ilişkisine, hayvan haklarından vicdan muhasebesine, karşılıklı menfaate dayalı karı koca ilişkisinden kinini kalbine gömmüş kanka’ya, geniş bir yelpazede dokunuşlarda bulunurken, son örneklerinden birisini Yönetmen Müfit Can Saçıntı’nın ‘Yaşamak Güzel Şey’ filmi’nde de izlediğimiz, ‘şu üç kuruşluk dünya’ söylemine dair, dijital teknolojinin acımasız şeffaflığına teslim olmuş ve yaş almış oyuncuları üzerinden, okumalar yapıyor. Ancak bunu yaparken alıştığımız biçimde sinemanın tüm unsurlarını kullanmak yerine, dizilerdekine benzer diyaloglara ağırlık verdiğini görüyoruz. Filmin seyirci üzerindeki etkisini güçlendirecek, dramatik yapıya katkı sağlayacak sahnelerinde özensiz biçimde kullanıldığını hatırlatmak gerekiyor. Toparlamak gerekirse, filmin, yönetmenin en iyileri arasına giremeyeceğinin dikkatle altını çiziyoruz. Filmden bir sahnede, Rutkay Aziz’in yemek yaparken söylediği gibi, bize görede iyi bir yemeğe fazla sos katmamak gerekiyor.

Rutkay Aziz’in aşinası olduğumuz ‘sitcom tarzı’ bir performansa tekrar imza attığı, ancak filmin duygusal aksını değiştiren, yiyelim, içelim ve sevişelim modundaki, sağlık sorunları yaşayan yaşı geçkin çapkın okul arkadaşı ‘kavanoz’, sıkı devrimci sosyal bilinci yüksek makineci kadın işçi Nihal Yalçın, hırslı, tuttuğunu koparan, kocası ve oğlunu perde arkasından yönetmeye alışmış ve şirketi her şeyden üstte tutan anne rolünde Çiğdem Selışık Onat ve yine dizilerden aşinası olduğumuz bir karakterle Mert Fırat, filme katkı sağlayacak karakter zıtlıklarını bir ölçüde yansıtarak öne çıkıyorlar. Ancak Avukat Nur rolündeki Tilbe Saran ve doktor rolündeki Yosi Mizrahi’nin canlandırdığı karakterler silik kalırken, Şener Şen ve Yosi Mizrahi’nin hastane sahnesi, sanki absürt Yeşilçam komedilerine ve Recep İvedik filmlerine göndermede bulunuyor. Yönetmen, ilk sahnede açtığı parantezi son sahnede kapatarak filme final yaptırıyor.

Altını bir defa daha özenle çizmek gerekiyor ki, ne denli yaşlanmış ve bu nedenle belirli rollerde sıkışmış da olsalar, Şener Şen gibi usta oyuncuları ve beklentilerimizi karşılamayan bir filme imza atmış olsa da, Yavuz Turgul gibi ustaları beyazperdede bir arada görmek önemli bir fırsat. Ancak bir eklemede yapmak gerekiyor. Televizyonun aynı geçmiş yıllarda olduğu gibi, günümüzdede, dizilerle seyirci üzerinde kurduğu hegemonik anlatım tarzı ve her boyutta dijtal ekranlara sıkıştırılmış, kolaylıkla tüketilen filmlerin dünyasında, 53. Antalya Film Festivali kapsamındaki panelde konuşan Yönetmen Yüksel Aksu’nun dediği gibi, belki, her film ‘Art House’ olmak zorunda değil.

Hikmet Vardar

Yukarı SB
error: Content is protected !!