Yaşamın Kıyısında
Fatih Akın’ın son filmi Yaşamın Kıyısında, 60.Cannes Film Festivali’nin iddialı filmleri arasında gösteriliyordu ve “en iyi senaryo” ödülünü aldı.
YAŞAMIN KIYISINDA
Yönetmen : Fatih Akın
Senaryo : Fatih Akın
Görüntü Yönetmeni: Zekeriya Kurtuluş, Rainer Klausmann, Gökhan Atılmış, Eyüp Boz
Oyuncular: Nurgül Yeşilçay (Ayten Öztürk) , Baki Davrak (Nejat Aksu), Tuncel Kurtiz (Ali Aksu) , Hanna Schygulla (Susanne Staub) , Patrycia Ziolkowska (Lotte Staub) , Nursel Köse (Yeter)
Kurgu: Andrew Bird
Sanat Yönetmeni: Sırma Bradley
Yapımcı Fatih Akın, Klaus Maeck, Erhan Özoğul, Andreas Thiel, Ali Akdeniz
Yapım : 2006, Almanya / Türkiye , 122 dk.
Fatih Akın’ın son filmi Yaşamın Kıyısında, 60.Cannes Film Festivali’nin iddialı filmleri arasında gösteriliyordu ve “en iyi senaryo” ödülünü aldı. Bu ödül, tam beklentileri karşılamamıştı belki ama film, yönetmen ve oyuncularının etrafında oluşan ilgi haresi de önemliydi. Fatih Akın, özellikle Duvara Karşı filmi ile hem Almanya, hem Türkiye ve hem de dünyada dikkatleri üzerine toplayan bir yönetmen olarak öne çıkmış, Duvara Karşı’yla, prestijli festival, Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanmıştı. Türk asıllı Alman vatandaşı olan Fatih Akın, her iki ülke arasındaki yaşam deneyimlerini, gözlem ve duyarlıklarını sinema ile ifade etme açısından sadece günümüz Alman sinemasının değil, aynı zamanda Türk sinemasının da en önemli sanatçıları arasında yer alıyor.
Yaşamın Kıyısında için Fatih Akın’ın olgunluk dönemi çalışmalarının başlangıcı denebilir. Önceki filmlerinde, Duvara Karşı dışında, daha yalın, klasik bir anlatım ve sinema dilini tercih ederken, Yaşamın Kıyısında ise deyim yerindeyse öyküsünü bir labirent gibi örüyor. Edebiyatçı bir yakınım edebiyat sanatı için “dili işleme hüneri” demişti. Sevdiğim bu tanımlamayı sinemaya yansıtmak gerekirse, sinemaya için de “görüntüleri işleme hüneri” denebilir. Fatih Akın, bu bağlamda önemli bir sinemacı. Duvara karşı gibi kurmaca bir film, İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek gibi belgesel bir film yapsa da, öncelikle söyleyecek sözü olan bir sinemacı ve bu sözleri, görüntüleri işleme hüneriyle estetik ve anlamlı bir boyut katarak biçimlendiriyor.
Akın, Yaşamın Kıyısında da, insanın dramını mizahı da kullanarak anlatmayı hedeflemiş görünüyor. Filmin karekterlerinden belli bir kişinin öyküsü öne çıkmıyor. Ali Aksu, Karadeniz’den Almanya’ya gitmiş, oğlunu tek başına büyütmüştür. Nejat Aksu, babasıyla yaşamaktadır ve Almanya’da bir Türk olarak Alman Dili ve Edebiyatı alanında üniversitede profesör olarak çalışmaktadır. Yeter, Jessy takma ismiyle bir genelevde fahişe olarak çalışmaktadır. Tek amacı kızı Ayten’in okumasını sağlamaktır. Ali Aksu, Yeter’le ilişki yaşamış; sonrasında ise Yeter’in kazandığı parayı ona verebileceğini ve fahişeliği bırakıp kendisiyle yaşamasını istemiştir. Amacı yaşlılık dönemini yalnız geçirmemektir. Bu ilişki sırasında kıskançlıklara başlamış ve kadının diklendiği bir anda ona vurarak ölümüne neden olmuştur. Ayten, gizli bir örgüt üyesidir. Annesini bulmak için Almanya’ya gelen Ayten, Lotte’yle tanışmış ve onun evinde kalmaya başlamıştır. Lotte kafası karışık bir Alman genç kadındır. Ayten’le üniversitede tanışır ve ona yakınlık duyarak yardım etmeye karar verir. Kendi kültürünü sert ve insani ilişkilerden uzak bulması da, Ayten’le yakınlaşmasını kolaylaştırmıştır. Annesi Susanna, bu durumdan hoşlanmasa da, kızını kaybetmekten korktuğu için sineye çekmektedir. Kaçak yaşadığı anlaşılan Ayten’in, mültecilik başvurusu hakkında açtığı dava reddedilir ve Türkiye’ye gönderilir.Türkiye’ye döndüğünde hapse giren Ayten’e yardımcı olmak için Türkiye’ye gelen Lotte, trajikomik bir şekilde yaşamını kaybeder. Susanna, kızının anısını sürmek için Türkiye’ye gelir ve Ayten’den nefret etmeyi değil onu sevmeyi deneyerek ona yardım etmeye karar verir. Babasına Yeter’i öldürdüğü için dargın olan Nejat, Susanna’nın dramı karşısında babasını bulmaya karar verir ve onu aramak için memleketine gider.
Yaşamın Kıyısında, bir arayış ve yol filmi. Akın’ın filminde dram ve hüzün, mutluluk ve sevinç yaratan olguların üstüne çıkıyor. Film üç epizod şeklinde düşünülmüş ve kotarılmış; ama bu epizodlar arasında organik bağlantılar var ve biri diğerinin anlamını pekiştiriyor. Bunlar “Yeter’in Ölümü”, Lotte’nin Ölümü” ve “Yaşamın Kıyısında”. Epizodlar birbirlerine teğet geçiyor ve klasik dramatize yapıdaki bir filmdeki beklentilerimizle uyuşmadığını farketmemize karşın, filmden uzaklaşmıyor, tersine bize gösterdiklerini değil anlatmaya çalıştıklarını kavramaya çalışıyoruz. Bu bağlamda Yeter, Ali, Nejat, Ayten ve Lotte’nin öyküleri öne çıkıyor. Başka bir filmde bu kadar tesadüf olmaz diyebileceğimiz olgular bu film için diyalektik bir olay örgüsünün katmanlarını oluşturuyor. Yukarıda belirtilen, filmin ana karekterleri içinde daha yapay olanları Ayten ve Lotte görünüyor. Olay örgüsünün gelişiminde yerleri olan bu karekterler, kısmen şablon kalarak zayıf bir etki yaratıyorlar. Ülkemiz alt sosyo kültürel katmanlardan ve feodal ilişkilerin egemenliğindeki ilişkilerin etkisindeki insanların çocukları (Ayten) yasadışı örgüt üyesi olurken; antitezi konumundaki batılılarsa (Lotte) hala daha yaşamlarına anlam katabilmek için Hindistan turuna çıkıyor ve milliyetçi üst kimliklerden nefret ediyorlar. Şüphesiz bu figürler ve ilişkileri, derinliksiz işlenmek için yaratılmamış. Aslında her karekter bir bakıma metafor işlevi görerek yaşamı ve onun kıyısındaki insanların tutunma mücadelelerini, kişilik çatışmalarını, Akın’ın yansıtmayı sevdiği kültürlerarası çatışmaları temsil ediyorlar.
Fatih Akın, önyargılara karşı tavır alıyor, bir Türk Alman olarak sadece Türklerle Almanların öyküsünü ve birbirleriyle kesişen yaşamlarını ele almıyor. O sinema dilinin zenginliğini ve olanaklarını kullanarak evrensel de olabilecek bir öyküyü anlatmayı deniyor ve Duvara Karşı’dan sonra bunda da başarılı oluyor. Ama diğer yandan Susanna, kaçınamadığı Orientalist bakışın etkisiyle kiracısı olarak oturduğu Nejad’ın evinin yanındaki apartmanın neden bakımsız olduğunu sorarak, Nejat’ın filmin gereksiz didaktik söylemlerini oluşturmasına (kültürsüzlük, cahillik vb.) katkıda bulunuyor. Nejat, kendi ülkesine yabancılaşmış, fakat yabancı olarak bulunduğu bir ülkenin dilini ve edebiyatını öğreten bir profesördür. Susanna ise kendi ülkesine yabancılaşmasının en keskin olduğu çağı geçmiş ve kızını kaybetmenin acısıyla intikam, öfke gibi duyguların yerine ötekini anlama çabasıyla yabancı olma (öteki) fikrini içselleştirmeye çabalamaktadır. Özellikle Tuncel Kurtiz, Baki Davrak ve Nursel Köse’nin oyunculuklarını filmin etkisini güçlendiren performanslar olarak not etmek gerekir. Akın, görüntü yönetimi açısından farklı kişilerle çalışmayı tercih etmiş. Şüphesiz koşulların dayatması da olabileceği gibi farklı epizodlara, farklı bakış açılarının duyarlığını katmak istemiş olabilir. Belirgin bir üslup farkı dikkati çekmese de gene de riskli bir tercih olduğunu eklemek gerekir.
Fatih Akın, Duvara Karşı’yla başlattığı ve İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek isimli belgesel filmiyle pekiştirdiği sağlam sinema duygusunu, Yaşamın Kıyısında filmiyle ustalaşma kulvarında geliştirmeye çalışıyor. Filmin kurgusu ileri geri sıçramalı yapısıyla da, filmin öyküsüne, daha da önemlisi Fatih Akın’ın kendisini ifade etmesine önemli bir katkıda bulunuyor. Bu katkı salt kurgunun farklılığından değil, aynı zamanda filmin öyküsel gidişinden sonuç beklemeye dönük beklentileri de boşa çıkararak oluşuyor. Film, seyircinin işini kolaylaştırmıyor; yorumu ona bırakıyor. Tıpkı yaşam gibi. Kendimizi yaşamın merkezinde zannederken ve egolarımızdan başımız dönerken, bazen yaşadığımız küçük bir dramla gerçekte ne kadar yaşamın kıyısında kaldığımızı ayrımsamamız gibi.
Bülent VARDAR