Kısafilm

Uzak – Nuri Bilge Ceylan

N.B.Ceylan, uzun profesyonel fotoğraf sanatçılığı sonrasında kendini ifade etmek için fotoğrafın komşusu, yaşamı saptama açısından ortak malzemeden faydalanan sinemayı seçti. Ceylan 1959 yılında İstanbul’da doğdu. Yönetmen Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra, Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Bölümü’nde iki yıl sinema eğitimi gördü. Ceylan aynı zamanda profesyonel fotoğraf geçmişinden sinemaya gelen bir yönetmen…

UZAK

Yönetmen : Nuri Bilge Ceylan

Oyuncular: Muzaffer Özdemir, Mehmet Emin Toprak, Zuhal Gencer Erkaya,   Nazan Kırılmış, Ebru Yapıcı, Feridun Koç, Fatma Ceylan

Görüntü

Yönetmeni: Nuri Bilge Ceylan

Yapımcı    : Nuri Bilge Ceylan

Yapım       :Türkiye/2002/110 dk.

 

N.B.Ceylan, uzun profesyonel fotoğraf sanatçılığı sonrasında kendini ifade etmek için fotoğrafın komşusu, yaşamı saptama açısından ortak malzemeden faydalanan sinemayı seçti. Ceylan 1959 yılında İstanbul’da doğdu. Yönetmen Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra, Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Bölümü’nde iki yıl sinema eğitimi gördü. Ceylan aynı zamanda profesyonel fotoğraf geçmişinden sinemaya gelen bir yönetmen. Ceylan’ın fotoğrafla ilişkisi belirgin şekilde filmlerine yansıyor. Son derece özenle oluşturulmuş kadrajlar ve duruk görüntüler ağırlıkta. Sabit çerçevelerin fazlalığı, fotografik estetiği vurguladığı kadar aynı zamanda Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı ve Uzak filmlerinin iç ritmine de uygun düşüyor.

Ceylan’ın ilk film denemesi 35mm olarak çektiği 20 dakikalık “Koza” adlı kısa film. Film 1995 Cannes Film Festivali dahil onyedi uluslararası festivalde gösterildi. 1995 yılında Kültür Bakanlığı Başarı Ödülünü, Mısır’da en iyi film ödülünü, İstanbul Kısa Film Festivali’nde en iyi film ödülünü aldı. Film, 60-70 yaşlarında bir çiftin geçmişlerindeki acı veren olaylar yüzünden ayrı yaşarken biraraya gelişlerinin öyküsünü anlatıyordu. İyileşmeyen yaraları kapatma umudu taşıyan bu yeniden buluşma, beklenen sonucu vermez. Uygun koşulları bulduğunda biriken bütün duygular kozasından çıkar ve acı verici çatışmalara neden olur.

Ceylan’ın bir sonraki filmi ise ilk uzun metraj denemesi olan “Kasaba” dır. Film, 85 dakika ve siyah-beyazdır. Filmde, Çanakkale’nin küçük bir kasabasının kırgın insanlarının öyküsü, çelişkileri ve iç dünyaları anlatılır. Film, küçük bir bütçeyle çekilen, gerçek mekanlarda ve yöre insanının, hatta Ceylan’ın aile bireylerinin de oyuncu olarak destek verdiği bağımsız bir yapım denemesidir.

Ceylan’ın ikinci uzun metraj denemesi olan Mayıs Sıkıntısı 130 dakika ve renklidir. Mayıs Sıkıntısı, Ceylan’ın, yaşamın kıyısında gibi duran, sıradan denilebilecek yerel yaşama, buradan haraketle yaşama ve insana ilişkin tuttuğu bir ayna. Film, yönetmenin yaşamından da besleniyor. Ceylan, Mayıs Sıkıntısı’nın nasıl geliştiğini şöyle açıklıyor: “Bu proje ilk filmim Kasaba’yı yaparken yaşadıklarım ve gözlemlerimden filizlendi. Kişiliğim ile sinema sanatının kendine has özellikleri arasındaki koşutluğu düşünmeye ve irdelemeye zorunlu kaldığım dönemlerde gelişti ve biçimlendi”. Yönetmen böyle bir film yapmasının en önemli nedeninin, Kasaba filminin yapım sürecinde başını ezmeyi bir türlü başaramadığı, bir ur gibi varlığını sürekli hissettiren ısrarlı bir suçluluk ve utanç duygusunun diğer duygulara sürekli eşlik etmesi olduğunu vurguluyor. Yönetmen metropollerde yaşayan, kendisinin ve kendi yaşlarında olan herkesin artık önemli bir şeyleri kaybettiği duygusunu ve kaygısını yaşadığını belirtiyor. Mayıs Sıkıntısı, yönetmenin ifadesiyle bu önemli şeyin ne olduğu sorusuna bir yanıt arama yolculuğu olmayı hedefliyor.

Filmde belirgin bir öykü yok. Konuyu özetlersek film, yaşamının 50 yılını verdiği ağaçların devlet yetkilileri tarafından alınacağı korkusuyla yaşayan yaşlı adam Emin, Emin’in, filmini çekebilmek için ailesini oyuncu olarak kullanmaya çalışan sinemacı oğlu Muzaffer, üniversiteyi kazanamamasının da düş kırıklığıyla, yaşadığı çevreden kurtulup bir fırsat yaratmak çabasıyla Muzaffer’in ölçüsüz vaatlerine kanarak ona yardımcılık yapmak için çalıştığı fabrikadan ayrılıp, İstanbul’a yerleşme düşleri kuran Saffet üzerinde yoğunlaşıyor. Bu arada bence filmin en iyi oyuncusu küçük Ali’yi unutmamak gerek. N.B. Ceylan, Ali tiplemesiyle ilkokul çağındaki bir çocuğun düşlerini, hayal kırıklıklarını, sevinçlerini çok başarılı şekilde yansıtıyor.

Mayıs Sıkıntısı, aksiyon sinemasına aşina gözler ve düşünme tembeli beyinler için ilgi çekici olmayan, hatta sıkıcı bir film olabilir. Ama film sabırla ve ilgiyle izlendiğinde Ceylan’ın yitirilenin ne olduğunu sorarken, aynı zamanda yitirmeye neden olabilecek sorunlar ve ülkemiz koşulları üzerine de büyük laflar etmeden yaklaşmaya çalıştığı anlaşılabilir. Oyuncuların bir önceki film Kasaba’daki gibi oluşturulması, Mayıs Sıkıntısı’nda çoğu zaman dramatik belgesel bir tarzı hissettiriyor. Ceylan’ın, fotografik alandan etkilenen estetik bakışı ve duruk çerçeveleme, çok gerekmedikçe kamera hareketine başvurmayan tarzının, Mayıs Sıkıntısı’nda artık bir usluba doğru dönüştüğünü iddia etmek sanırım abartılı olmayacaktır.

Film 19. Uluslararası İstanbul Film Festivalinde hem uluslararası, hem de ulusal kategorilerde yarışmış; Altın Lale ve en iyi film ödüllerini almıştı. Bu arada filmin 50. Uluslararası Berlin Film Festivali’ne ve 53. Cannes Film Festivaline de katıldığını eklemek lazım.

N.B.Ceylan’ın sinemaya bakışı ve ilk iki uzun metrajı hakkında verdiğimiz bu bilgilerden sonra Uzak’a geri dönelim.Yönetmenin daha önce metropollerde yaşayan, kendisinin ve kendi yaşlarında olan herkesin artık önemli bir şeyleri kaybettiği duygusunu ve kaygısını yaşadığını belirtmiştik. Mayıs Sıkıntısı, yönetmenin ifadesiyle bu önemli şeyin ne olduğu sorusuna bir yanıt arama yolculuğu olmayı hedefliyordu. Uzak ise bu yolculuğun somutlandığı bir süreci bize aktarıyor. Önceki filmlerinde duyumsatmaya çalıştığı kasaba, şehir çelişkisi, ya da arkaikle modern olanın kontrastı, Uzak filminde her iki boyutu da yaşayan figürlerin dahil olduğu bir öykü içinde somut hale getiriliyor.

Film profesyonel bir fotoğrafçının yaşamı üzerine kurulu olarak gelişirken, bir bakıma sanki yönetmenin biyografisi niteliğini taşıyor.  Muzaffer (Muzaffer Özdemir), uzun bir süre önce yaşadığı taşra ortamından İstanbul’a göçmüş ve çeşitli sıkıntılarla baş ederek ayakta kalmayı öğrenmiş, yaşamını profesyonel reklam ve tanıtım fotoğrafçısı olarak kazanmaktadır. Geçmişteki muhtemelen kalabalık yaşamına karşın, artık büyük kentte kendi kabuğuna çekilmiş, yalnız ve mabedi haline getirdiği atölye evinde yeni geliştirdiği alışkanlıklarıyla yaşamaktadır. Geçmiş artık “Uzak” ta kalmıştır. Bugün ise başka bir uzaklığın içinde yer almaktadır; yabancılaşma, salt bireycilik, kent soylu değerlerinin rustik kültürün değerlerini ikame etmeye başlaması ve en yakıcı ve somut olanı yalnızlık. Evet Uzak filminde bu kavramlar son derece ekonomik bir anlatım, yalın bir oyunculuk ve sinema diliyle yine her zamanki estetik Nuri Bilge resimleriyle anlatılıyor. Uzak filmi, aslında ruh üşümesi yaratıyor. Bu kasıtlı amaçlanmış bir eleştiri dünyası değil sadece, ne yazık ki “modernleşme” kavramını kendisine göre bir yola sürmeye çalışan Doğuyla Batının arasına sıkışmış bir toplumun, birbirine ve kendisine yabancılaşmış insanlarının öyküsü. Bu aslında gerçeğin resmi. Büyük Türk ozanı Nazım Hikmet bir şiirinde “sen özgürlüğün resmini yapabilir misin Abidin” diye sorar. Nuri Bilge Ceylan ise, özgürlük yanılsamasını yaşayan tutsakların filmini yapıyor bana göre.

Filmin diğer önemli oyuncusu, bu filmdeki rolüyle  geçtiğimiz Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü alan ve Yusuf karekterini başarıyla yansıtan Mehmet E.Toprak, ayrıca 14.Uluslararası Ankara Film Festivali’nde Uzak filmindeki doğal oyunculuğu nedeniyle “Seçiciler Kurulu Özel Ödülü” almıştı. Ne yazık ki kendisini genç yaşta bir trafik kazasında kaybettik. Uzak’taki oyunculuk başarısı ve doğallığı aslında bir bakıma gerçeği yansıtmasından, rolüne adapte olmaya çalışan bir oyuncu gibi davranma zorunluluğu duyumsamamasından kaynaklanıyor. Aslında bu yaklaşımlar Nuri Bilge sinemasının amaçları. Yalın bir anlatım, basit görünümlü temalar, star olmayan oyuncularla çalışmak, yalın ve basit bir kurgu anlayışı v.b. Bir açıdan İtalyan Yeni Gerçekçi Sinemasını anımsatan bu yaklaşımda, görüntüye verilen özel önem, estetize edilmiş fotoğraflarla bir çelişki gibi görünüyor. Bu tavırla da, sanki ne anlatıldığı kadar nasıl anlatıldığının da önemli olduğunun altı çiziliyor.

Bülent VARDAR

1961, Ankara doğumlu. 1983 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü, Sinema-TV-Fotoğrafçılık Ana sanat Dalı'ndan mezun oldu. Aynı üniversitede Yüksek Lisans, Marmara Üniversitesi'nde Sanatta Yeterlik yaptı. 1989 yılında yaptığı “Gemi Adamları”, 1991 yılında yaptığı “Geleneksele Dönüş” (TRT 2, İZ TV), 2002 yılında yaptığı “Zührap Usta” (CCN TÜRK) adlı belgesel filmleri yönetmiştir. 2000 yılında Beta Yayınevi tarafından basılan “Sinema ve Televizyon Görüntüsünün Temel Öğeleri”, “20.YY’ın Son Beş Yılında Türk Sineması” (2015), “Sinemada Ses ve Müzik”, “Yaşama Sarılmış Bir Serüven Tuncel Kurtiz (2010), “Ediz Hun” (2012) ve “Bir Sinema Arkeoloğu Burçak Evren” (2012) isimli kitapları bulunmaktadır. Sinema konusunda pek çok film eleştirisi ve makalesi bulunan Vardar, ayrıca film, reklam filmi, televizyon yapımı ve reklam/tanıtım fotografı alanında görüntü yönetmenliği ve aydınlatma tasarımı çalışmaları; Ferhan Şensoy'un "Varsayalım İsmail" dizisinin Işık yönetmenliğini de yapmıştır. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sinema-TV Bölüm Başkanlığı, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Müdürlüğü ve Okan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı olarak görev yapmış ve halen Beykent Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema (TR) Bölüm Başkanı olarak çalışmaktadır. [ Bütün Yazılar ]

Yukarı SB
error: Content is protected !!