Unutulmuş Aşkların, Ağır Yüklerin ve Derin Yaraların Hikâyesi…
Hayatımızın En Uzun Kışı…
Dilek Karaaslan’ın ikinci öykü kitabı Hayatımızın En Uzun Kışı nisan ayında Can Yayınları etiketiyle okurla buluşuyor. Yoksunları, türlü zorluğa rağmen yaşama tutunmaya çalışanlar, açmazda kalanları, yol ayrımında bekleyenleri anlatan öyküler, bugünün kaydını tutarken okuru büyük bir hesaplaşmaya davet ediyor.
Dilek Karaaslan’ın kaleminden çıkan Hayatımızın En Uzun Kışı, Can Yayınları etiketiyle raflarda yerini alıyor.

Bu sarsıcı, yakıcı, öfkeli kitapta yazar, iyi, kötü, sıradan ya da zalim karakterleri olduğu gibi, abartmadan veya eksiltmeden okura yansıtmanın meramındayken daha fazlasınıysa okura bırakıyor. Kitaptaki öyküler, adına “çocukluk” dediğimiz, ne kadar kaçsak da her defasında unutmak ya da yeniden bulmak istediğimiz, masaldan ya da kâbustan o evlere dönebilenlerden ya da dönemeyenlerden bahsediyor. Yoksunları, türlü zorluğa rağmen yaşama tutunmaya çalışanları, açmazda kalanları, yol ayrımında bekleyenleri anlatan öyküler, bugünün kaydını tutarken okuru büyük bir hesaplaşmaya davet ediyor.
“Hayatımızın en uzun kışı,” demişti annem. Üşümekten, bir de babamın yokluğundan uzayan günler, geceler, haftalar için. Anneannemin dediği kadar vardı, küflenmiş limon renginde, nemli, pis kokan bir şeydi kader dedikleri. Evin mavi badanası yeşermişti. Duvarlara sürttüğüm ellerim ip gibi sızan çivit mavisi bir sıvıyla boyanıyordu. Eğer bir şeyler yapılmazsa ev havuza dönecekti. Bulaşık bir sıvıyla dolu, küflü, yeşil bir havuz. Kader evimizi usulca ele geçiriyordu. Divanlara, somyalara, yatağa, yastığa, halıya, marleylerin çatlaklarına varıncaya kadar bulduğu her gediğe, oyuğa bulaşıp yamyaş ediyordu, arkasında kokusunu bırakarak.
#travma #aile #geçmiş #yüzleşme #göç