The Brutalist…
Yönetmen Brady Corbet’nin, döneminin önde giden mimarlarından biri olarak betimlediği kurmaca karakteri László Toth, eğitimini aldığı Bauhaus ekolünün etkisiyle brüt betondan görkemli mimari tasarımlara imza atmış ve inşaat konusundaki yeteneklerinin de farkındadır. Yaptığı önemli mimari yapıların bazıları, Almanya’da savaşta bile zarar görmez..
BÜYÜK KIRILMA DÖNEMLERİ
Dünya tarihinde büyük kırılma dönemleri vardır ve bu dönemler büyük savrulmalara da neden olmuştur. Büyük kırılmalar daha çok savaş dönemlerinde, halk devrimlerinde meydana gelmiştir. Dünyanın geçirdiği iki büyük savaş bu kırılmalara ve insanlığın küresel ölçekte savrulmalarına, göçlerine neden olmuştur. Yönetmen Brady Corbet, objektifini bu büyük savrulmalardan biri sonrasına çevirerek onun yarattığı travmalar üzerine öyküsünü bina etmiş.
II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’dan kaçmak zorunda kalan vizyoner ve Yahudi asıllı Macar mimar László Toth (Adrien Brody), soykırım sırasında hayatta kalmış ve savaş sırasında değişen sınırlar, rejimler nedeniyle bırakmak zorunda kaldığı hayatını, işini ve karısı Erzsébet (Felicity Jones) ile evliliğini yeniden inşa etmek için, kuzenin desteğiyle Amerika’ya gelir.
Yeni ve yabancı olduğu, ayrıca paranın her şey olduğu Amerika’da tek başına kalan László, o dönemde sanayinin atak yaptığı Pennsylvania’da, kuzeni Attila’nın (Alessandro Nivalo) mobilya dükkanında bir odaya sığınır. Esnaf karakterli kuzeni Attilla, zengin ve önde gelen sanayici Harrison Lee Van Buren’in oğlu Harry (Joe Alwyn) ile iş yapmaktadır. Harry’nin, babası Harrison’a yapmak istediği sürpriz beklenmedik olayları tetikler.
KURMACA BİR KARAKTER
Yönetmen Brady Corbet’nin, döneminin önde giden mimarlarından biri olarak betimlediği kurmaca karakteri László Toth, eğitimini aldığı Bauhaus ekolünün etkisiyle brüt betondan görkemli mimari tasarımlara imza atmış ve inşaat konusundaki yeteneklerinin de farkındadır. Yaptığı önemli mimari yapıların bazıları Almanya’da savaşta bile zarar görmemiştir.
Bauhaus Sanat ve Tasarım Okulu mimar Walter Gropius tarafından kurulmuş olan 1919 – 1933 yıllarında Almanya’da var olan bir tasarım, mimarlık ve uygulamalı sanatlar okuludur. Bauhaus; 20. yüzyılda mimari, tasarım, sanat alanlarında yeni akımlar yaratmış; kurulduğu zaman dünyanın en seçkin ve çağdaş mimarlarını, sanatçılarını, bir araya getirerek, yalnızca bir eğitim kurumu yaratmamış, aynı zamanda bir üretim merkezi ve tüm bunların konuşulup tartışıldığı bir yer haline de gelmiştir. Bauhaus’un temelinde sanatsal ve uygulamalı öğretim yatıyordu. Kuruluşundan 1925’e kadar Weimar’da, 1932’ye kadar Dessau’da ve son aylarında Berlin’de eğitim hayatına devam etmiştir.
Bauhaus’un amaçlarından birisi de sanayileşme sonrası girilen modernleşme sürecinde sanatçıya, aslında bir zanaatkar olduğunu ve zanaatı olmadan sanatının bir anlam ifade etmediğini hatırlatmaktır. Bu okul sanatçıyı, zanaatkarlar loncasının en üst seviyesinde konumlandırır. Bauhaus bildirisine göre tüm sanatların birleştiği en yüksek nokta binalardır.(1)
UZAMIŞ BİR FİLM
The Brutalist, öncelikle uzamış bir film. Günümüzde İsrail, Hamas’ın yaptığı ve pek çok İsrail vatandaşının öldüğü saldırı sonrasında verdiği orantısız cevapla Gazze’yi yerle bir edip, büyük bir katliama yol açtı. Yönetmen Brady Corbet’nin filmi, önemli ölçüde bir Yahudi propagandası içeriyor… Bu propaganda aynı zamanda Yahudilere yapılan soykırımı besleyen nefretin ipuçlarını da barındırıyor ve ana karakter László’nun ağzından, bizi dünyada hiç bir yerde istemiyorlar şeklinde bir aşağılık kompleksine de gönderme de bulunuyor.
Yönetmen Brady Corbet, The Brutalist, ile Holokost’tan sağ kurtulan ve kurgu bir karakter olup Amerika Birleşik Devletleri’ne sığınan mimar László Tóth’un, geniş ve etkileyici bir portresini yansıtırken; mimari bir projenin yaşanmışlıklardan beslenmesinin önemine, dolayısıyla Almanya’da bugün dünyayı bir dönem etkisi altına alan Bauhaus okulunun da yeniden anımsanmasına katkıda bulunan bir yapıma imza atıyor. Yarattığı gerçeklik ve onu oluşturan koşullar ise, çağımızın şeytanlarına yönelik göndermeler de içeriyor.
ON DALDA OSCAR ADAYI
Corbet, 81. Venedik Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülü olan Gümüş Aslan’ı kazandı. Ayrıca The Brutalist, 10 dalda Oscar adayı gösterildi ve sinema dünyasının en önemli ödülü kabul edilen Oscar Ödüllerinin en güçlü favorilerinden. Adrien Brody’nin, En İyi Erkek Oyuncu Oskarına uzanması da sürpriz olarak kabul edilmemeli. Bir yarı epik Amerikan sineması örneği iddiasındaki The Brutalist, uzun yıllardır bir Amerikan filminde kullanılmamış VistaVision tekniğiyle çekilmiş aynı zamanda…
Filmin itici gücünü, Tóth’un sanayici Harrison Lee Van Buren (Guy Pearce) için bir kamu enstitüsü tasarlama görevi üstlenmesi oluşturuyor ve film sıradanlaşmaya başlamışken, yeniden vites yükseltiyor. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da tanınmış bir Yahudi mimar olan László Tóth, bir toplama kampında gözaltına alınıp, hayatta kalmayı başarıp 1947’de Amerika’ya göç ettiğinde bile, kafasındaki tek düşünce toplama kampından sağ kurtulan karısı Erzsébet (Felicity Jones) ile yeniden bir araya gelmektir. Van Buren bu konuda yardımcı olup Tóth’un kariyerini de canlandırmasına destek olsa da, aralarındaki güç dengesizliğinin maliyeti büyüktür.
Yönetmen Brady Corbet’nin yersiz uzamış filminin önemli artıları arasında başta László Tóth karakterine hayat veren Adrien Brody kadar; sermayenin soğuk yüzünün temsilcisi Lee Van Buren karakterini ete kemiğe büründürmüş Guy Pearce’in oyunculuk performanslarının bir adım öne çıktığının da altını çizelim.
KAYNAKLAR