Rocketman
Yönetmen: Dexter Fletcher
Senaryo: Lee Hall
Oyuncular: Taron Egerton (Elton John), Jamie Bell (Bernie Taupin), Richard Madden (John Reid)
Görüntü Yönetmeni: George Richmond
Kurgu: Chris Dickens
Müzik: Matthew Margeson
Yapım Yılı ve Süre: 2019/121 dk.
Ankara’da genellikle serin ve yağmurlu geçen 23 Nisan günlerinde, Amerikan yapımı askeri servis otobüsüne doluşarak yollara düştüğümüz, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, 19 Mayıs Stadyumu ve sonunda Çocuk Esirgeme Kurumu’nda çalınan marşlarla sonlanan 23 Nisan konserleri, Kemal Eroğlu’nun o günlerde kurmuş olduğu çocuk bandosundan hafızamda yer bulmuş, bugün dahi net ve özlemle hatırladığım anlardır. Melodika ve akordeonla başlayan kişisel müzik yolculuğumda piyano her zaman bambaşka bir özlemi ifade etmiştir. Ancak 70’li yılların Türkiye’sinde bu ayrıcalık ancak varlıklı ailelere ait olduğundan akordeonu yan yatırarak piyano gibi çalmaya uğraştığım günleri gülümseyerek hatırlarım. Kuşkusuz digital devrimin öncüleri arasında olan, 80’li yıllardan başlayarak müzik içerisinde daha fazla yer alan ve 90’lı yıllarla birlikte artık müziğin bazı türlerinin rengini değiştirecek düzeyde ağırlık kazanan digital enstrümanlar ve Korg/Roland ağırlıklı kişisel synt’lerim, bunlara eklenen klasik ve digital piyanolar ve gitarlarla kendi projelerimin ses ve müzik alt yapısına yoğunlaşmış olsam da, özellikle tuşlu çalgılara aşina ve Rock’n Roll seven birisi için Elton John isminin ne anlama geldiği tartışılmaz bir gerçekliktir.
Film, Elton John’un abartılı kostümüyle bir rehabilitasyon kliniğine gelmesiyle açılıyor. Geri dönüşlerle sanatçının dünyasına girmeye başlıyoruz. Bu noktada yönetmen, sinema seyircisini de grup terapisinin bir iskemlesine oturtuyor. Soğuk, mesafeli bir ailede, alımlı ve hayatını yaşamak isteyen bir anneyle, savaş yorgunu bir babanın oğlu olarak yetişen sevgiye aç küçük Reginald’ın müziğe olan yeteneği, evdeki piyanoda tesadüfen oluşturduğu kısa bir riff’le dikkat çekecek ve sevecen büyük annesinin de desteğiyle genç Reginald Kenneth Dwight kendisini Kraliyet Müzik Akademisi seçmesinde bulacaktır. Piyanoya olan tartışmasız yeteneği, Reginald’ın hızla öne çıkmasını sağlarken, evi terk eden babasının çoktan yerini almış olan annesinin genç aşığının da katkısıyla Rock’n Roll’la tanışan ve imajını değiştiren yeni yetme Reggie, barlarda piyano çalmaya başlayacak, arkadaşlarıyla kurdukları gruptaki performansları bazı menajerlerin dikkatini çekecektir. Kendilerini Amerikalı R&B şarkıcılarının orkestrası olarak İngiltere turnesinde bulan Reggie ve arkadaşları, ülkeyi dolaşırken, genç Reggie cinsel eğilimlerini keşfetmeye başlayacaktır. Başvurduğu DJM yapım şirketinde tanıştırıldığı Bernie Taupin’in (Jamie Bell) sözlerine yazdığı birçok şarkıdan sonra zorlu çabalarla oluşturdukları ilk hitleriyle anlaştıkları ve sert bir adam olan müzik yapımcısı Dick James’in (Stephen Graham) öngürüsüyle Amerikaya gelerek, Los Angeles’daki efsanevi Troubadur gece kulübünde sahne alacaktır. Bilinen üçlü seks, uyuşturucu ve Rock’n Roll dünyasında, genç Elton’un şöhret basamaklarını hızla tırmanışı gerçekleşmeye başlar. Şöhrete ulaştığı ilk yıllarda tanıştığı ve fırtınalı bir ilişkiye girdiği müzik menajeri John Reid’le (Richard Madden) olan ilişkisi, Elton John’un uyuşturucu ve alkol batağına düştüğü yıllara değin fırtınalı bir biçimde devam edecektir. Film tüm bu süreci pasajlar halinde ve Elton Jonh şarkılarının kronolojik derlemesiyle beyaz perdeye aktarırken, bu baş döndürücü müzikal yolculuk, şarkıcının rehabilitasyon sonrası tekrar bir araya geldiği Bernie Taupin’in sözleriyle bestelediği ve en sevdiğim Elton John şarkısı olan I’m Still Standing (Hala Ayaktayım) ile final yapıyor.
Bir İskoç gazetesine verdiği ropörtajda, Reid, Elton’la ilk tanıştığımda potansiyelini anlayamadım, asla onu keşfettiğimi iddia etmedim, menajeri olmamı teklif ettiğinde çok hevesli değildim diyecektir. Ancak bu ilişki reddedilmenin acısını gidermek üzere müzisyenin alkol ve uyuşturucu batağında yaşamına son vermeye çalışmasına kadar gelişen olaylar sonucu sona erecektir. Rocketman, rehabilitasyon kliniğinde şekillenen bu öyküyü bizlere akıcı bir sinema dili ve doğal olarak Elton John’un şarkıları eşliğinde başarıyla aktarıyor. Filmde, Elton John rolünde Kingsman serilerinde ve Yönetmen Dexter Fletcher’ın Kartal Eddie filminde kayak sporcusu Eddie Edwards’ı canlandırmış İngiliz şarkıcı ve oyuncu Taron Egerton’u izliyoruz.
Son yıllarda beyazperdede müzisyenleri konu alan belgesel, biopik ve müzikallerin ağırlık kazandığını görülüyor. Özellikle Damien Chazelle’in gerçek bir müzisyen olmanın zorluğunu çarpıcı bir sinema diliyle anlattığı övgülerle karşılanan filmi Whiplash ve bunu takiben ‘La La Land’ ile genç sayılabilecek bir yaşta Oscar® kazanması ve yine birkaç dalda Oscar® ödülü kazanan Bohemian Rhapsody, belki bu yöndeki hevesleri artırıcı bir etki yarattı. Basın Çetesi (1989) dizisinde oyuncu olarak yer alan, İngiliz kayakla atlama sporcusu Eddie Edwards’ın 1988 Kış Olimpiyatlarındaki büyüleyici performansını anlatan Kartal Eddie (Eddie the Eagle, 2015) filmini yöneten İngiliz oyuncu ve yönetmen Dexter Fletcher, Bryan Singer’ın kovulması nedeniyle, 2018 de çekilen Oscar® ödüllü Bohemian Rhapsody filmini de tamamlayan yönetmen olmuştu. Elton John’un ‘The Pinball Wizard’ rolünde yer aldığı, Roger Daltrey, Ann-Margret, Eric Clapton, Jack Nicholson, Pete Towshand, Tina Turner gibi müzik ve sinema tarihine geçmiş isimlerin de yer aldığı Ken Russell imzalı Tommy müzikali (1975), bir referans kabul edilse de, özellikle yakın dönemde çekilen ve aralarında The Doors (Oliver Stone, 1991), Cloclo (Benim Yolum Florent-Emilio Siri – 2012), Amy, (Asif Kapadia, 2015), Dalida, (Lisa Azuelos, 2016), Eric Clapton (Life in 12 Bars, Lili Fini Zanuk, 2017), Bohemian Rhapsody (Bryan Singer, 2018) gibi filmlerin yer aldığı belgesel ve biopik filmler hemen hatırladığım örnekler haline geliyor.
Sir Elton John’un müzik yaşamını tümüyle değiştirecek olan söz yazarı Bernie Taupin ile oluşturduğu işbirliği ve arkadaşlık aynı zamanda adını değiştirmesiyle de sonuçlanır. Beatles’ dan esinlenerek John soyadını alan şarkıcı 1976’da biseksüel olduğunu açıklayarak, Alman ses mühendisi Renate Blauel’le dört yıl sürecek bir evlilik yapacak, ancak eşcinsel olduğunu kabul eden sanatçı bu evliliği sonlandıracaktır. Boşanma sonrasında Blauel bu evlilik hakkında hiçbir açıklamada bulunmaz. Elton John, filmde bunun manevi karşılığını da yeterince vererek, eski eşini sanki bir şekilde ödüllendiriyor ve ondan özür diliyor.
Yapımcılar arasında olan Elton John gibi dünya çapındaki bir sanatçının, filme birçok noktada müdahale ettiği de anlaşılıyor. Bunlar arasında dikkat çeken noktalardan birisi olarak, yıllardır Yamaha piyanolarını kullanan şarkıcının, bu filmde de adeta bir gizli reklam kuşağı oluşturduğunu, her dikkat çeken mekan ve stüdyoda Yamaha markasının profesyonelce filme yerleştirildiğini görüyoruz. Sahne şovlarında Yamaha CFX konser piyanolarını kullanan ve kendisine özel, akrilik aksamları olan piyanolar imal edilen sanatçının, ‘Milyon Dolarlık Piyano’ olarak firma tarafından gururla lanse edilen piyanoları olsa da, doğal olarak bu durum gerçeklerle her zaman örtüşmüyor.
Bir servet değerindeki Chopard saatin dahi yüreğini yumaşatamadığı, mutluluğu ikinci eş ve ondan olan çocuklarında bulan, kendisini adeta yok sayan babası, sevgisiz, menfaat peşindeki annesi ve istismarcı aşıklarıyla Elton John, uçurumun eşiğine geldiği bir süreci kendisine yakıştırılmış bir sinema diliyle anlatıyor. Seyirciyi sıkmayan, amatör görüntülerin yer almadığı, canlandırmalarla, şarkıcının dünya çapında ün kazanmış şarkılarından, egzantrik gözlük ve kıyefetleriyle, cinsel tercihlerinin bir ölçüde sergilendiği cinsellikten destek alan, biyografiyle müzikali planlı bir biçimde harmanlayan adeta ısmarlama bir film seyrediyoruz. Kuşkusuz bu durumun yadırganmaması gerekiyor. Avrupa yapımlarıyla kıyaslandığında Rocketman, Amerikan sinema standartlarına daha yakın duran ve sinemayı adeta sahne şovuna dönüştüren bir film haline geliyor. Batılı sinema endüstrisinin sağlam alt yapısının desteğiyle aksamayan sinematografisi, her ne kadar Elton John’un kişiliği filmin ve oyuncuların önüne geçse de, filmi keyifli bir sinema gösterisi haline dönüştürüyor. Kuşkusuz bu noktada sinema sanatı adına nasıl bir yaklaşım getirilmesi ve ne tarzda okumalar yapılması gerektiği sorusu öne çıksa da, sahnede kendisine eşlik eden ‘backing keyboard’ müzisyenlerinin de hep değindiği gibi, Elton John’un şovlarında her şey planlı ancak simültane gelişiyor ve siz de buna hazırlıklı olmalısınız. Dolayısıyla filmde de bunu vurgulayacak biçimde sinematografi kuramına uygun kalıplar gerektiğince kullanılıyor.
Kuşkusuz Prenses Diana’nın trajik ölümü sonrası 1997 yılındaki cenaze töreninde seslendirdiği ve sözleri Bernie Taupin’e ait ve Lady Diana için yeniden yazılan ‘Candle in The Wind’ şarkısıyla 33 Milyon kopya’dan fazla satarak İngiltere ve Amerika’da tarihte en iyi satan single ünvanını almış bu besteyle tüm dünyada hafızalara kazınmış, 1967 yılından bu yana söz yazarı Bernie Taupin’le birlikte 300 Milyondan fazla satan 30’dan çok albüme imza atmış, İngiliz şarkıcı, besteci, aranjör ve piyanist Sir Elton John’un öyküsünü anlatan bir film çekmek farklı dinamikler gerektiriyor. Yapım sürecinde idari prodüktör olarak da katkısı bulunan şarkıcının yaşamından bir kesite yoğunlaşarak özet yapan ve adeta paragraf başlıkları oluşturularak geliştirilen senaryosu, LGBT bireyler arasındaki ilişkileri kısmen beyaz perdeye aksettiren ve gelin ihraç etmekten rahatsız olmasa da, bu tür sahneleri sansürleyen ülkelerin bulunduğu bir dünyada, bazılarını belki rahatsız edecek olsa dahi Rocketman, biopik ve müzikal arasında geçişler yaparak, Elton John’un hafızalara kazınmış şarkılarından pasajlar sunarken, başarılı sinematografisi ve temposuyla sizlere keyifli bir 2 saati garanti ediyor. Yazımızı filmde Bernie Taupin’in Elton John’a söylediği bir replikle noktalayalım. ‘Sen milyonların sevdiği şarkılar yapıyorsun, önemli olan bu’.
Hikmet Vardar