Kısafilm

Rıza

Çok yönlü bir sanatçı olan Tayfun Pirselimoğlu, entelektüel boyutu, sanatçı duyarlığı ve sinema dilini kullanma beceresini, ilk uzun metrajlı filmi “Hiçbiryerde” ile ortaya koymuş ve Yeni Türk Sineması içinde dikkat edilmesi gereken bir sinemacının dünyasının ipuçlarını hissettirmişti. Pirselimoğlu’nun sinemaya, kendini ifade etme yolu olarak baktığı ve anlatacak öyküleri olduğu için sinema yapmayı tercih ettiği anlaşılıyor. Bu olgu sinema alanında çalışan herkes için geçerlik taşımayabilir…

RIZA

Yönetmen : Tayfun Pirselimoğlu

Senaryo : Tayfun Pirselimoğlu

Oyuncular:Rıza Akın, Nurcan Eren, Melissa Ahmedi, Emin Baş, Muhammed Cangören, Gürbüz Demir, Melih Düzenli, Hayati Pirselimoğlu

Görüntü Yönetmeni : Colin Mounier

Sanat Yönetmeni: Natali Yeres
Müzik : Cengiz Onural
Yapımcı: Zuzu Film, 2007, 109 dk.

Çok yönlü bir sanatçı olan Tayfun Pirselimoğlu, entelektüel boyutu, sanatçı duyarlığı ve sinema dilini kullanma beceresini, ilk uzun metrajlı filmi “Hiçbiryerde” ile ortaya koymuş ve Yeni Türk Sineması içinde dikkat edilmesi gereken bir sinemacının dünyasının ipuçlarını hissettirmişti. Pirselimoğlu’nun sinemaya, kendini ifade etme yolu olarak baktığı ve anlatacak öyküleri olduğu için sinema yapmayı tercih ettiği anlaşılıyor. Bu olgu sinema alanında çalışan herkes için geçerlik taşımayabilir. Tayfun Pirselimoğlu, sinemayı kendini ifade ettiği bir yaşam tarzı olarak içselleştirmiş sanatçılardan. Şüphesiz söylediklerimiz, sinemanın salt sanat sineması boyutunda yapılması gerektiği, diğer boyutunun önemsiz olduğu gibi bir algılamanın ortaya çıkmasını gerektirmiyor. Ana akım sinemanın güçlü olması, sinemamız için çok sesliliğin gelişmesine katkı yaratacak bir ortamı da geliştirebilir. Bireysel anlatım yollarını öne çıkaran bağımsız sinema ürünleri, bu bağlamda kendilerine daha fazla ifade kanalları yaratabilir.

Tayfun Pirselimoğlu, ikinci uzun metrajlı filmi Rıza’da, bizi hemen yanıbaşımızda duran ve sıradan insanların yaşadığı, acımasız ilişkilerin egemen olduğu bir dünyanın tanıklığına davet ediyor. Kamyon şöförlüğü yapan Rıza, Adana ve İstanbul arasında kamyonuyla mal taşımaktadır. Kamyonu, yaşamında sahip olduğu tek şeydir. İşleri iyi gitmeyen Rıza’nın, kamyonu bozulmuştur. Aksı kırılan kamyonunu tamir ettirmek için gerekli olan 10 milyarı bütün çabalarına karşın bulamamıştır. Üstelik kamyonu ipoteklidir ve uçan kuşa borcu vardır. Belki de bir filmde görmek dışında bir daha göremeyeceğimiz kötü bir otel odasını birkaç kişiyle birlikte paylaşmaktadır. Çaresizlik içinde para bulmak için eskiden birlikte olduğu kadının çamaşırhanesine gider. Kadının kocası yatalaktır ve Rıza’yla ilişkileri vardır. Rıza, kadına hiçbir şey söylemeden çekip gitmiş ve ansızın bir gün karşısına çıkmıştır. Kadına paraya gereksinmesi olduğunu itiraf eder. Kadın onu kovar. Rıza, çaresizlik içinde kıvranırken sürekli gittiği bir tuvaleti soymaya karar verir. Fakat tuvaletin sahibi ona bu fırsatı vermez. Çıkış yolu bulamayan Rıza, kaldığı otelde geliniyle kaçak olarak kalmakta olan ve kendisine dostça davranan Afganlı bir adamı geceleyin tenha bir yerde öldürerek paralarını çalar. Koşulların zorlamasıyla katil ve hırsız olan Rıza, çaldığı parayı kamyonunu yaptırmak için verir. Vicdan azabından dolayı Afganlı adamın gelinini memleketine göndermek ister. Bu arada eski aşığının kocası ölmüş ve ona yeniden birlikte olabilecekleri sinyalini yollamıştır. Rıza bir gün onun evine gider ve geceyi orada geçirir. Kadının yanında eğreti hisseder kendisini. Hiçbir şey eskisi gibi değildir.

Rıza, yaşamda tutunamamış insanların yalın gerçekliğini, sinema sanatının ve sinema dilinin sınırları içinde başarıyla yansıtan bir film. Başrol oyuncusu Rıza Akın, sanki kendi yaşamını oynayan biri gibi rahat, sakin ve gerçek. Film, tıpkı yaşam gibi sıradan bir şekilde akıyor. Bu olgu Tayfun Pirselimoğlu dışında Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu gibi yönetmenlerin filmlerinde de öne çıkıyor. Bu sıradanlık, özellikle yaşamın içinde çilelerin, cefaların, sefalardan önde gittiği insanların yaşamında salt sıradanlık olarak dışa yansımıyor. Pirselimoğlu’nun filmindeki sıradanlığın gerçekliği acıtmaya başlıyor ve yaşamın içinde bilir gibi göründüğümüz yaşamların ne kadar da dışımızda kaldığını bize anlatmaya başlıyor. Bir film yapıtını, yaşamın yalın gerçekliğini seyirciye aktarması değerli kılabilir mi? Bu sorunun yanıtını şüphesiz evet ya da hayır diye yanıtlamak kolay değil. Sanırım yanıt, derdini nasıl anlattığıyla ilgili olmalı. Rıza, dramatik anlatımın unsurlarını kullanma açısından bir belirsizlik yaratıyor mu? Bir sanat yapıtı olarak bir filmden seyirci beklentisi genelde, klasik bir dramatizmin egemen olması, film aracılığıyla keyif alacağı bir yaşam yanılsamasını kendisine sunması yönündedir. Ama yaşam gerçeği bir yanılsama değildir ve yaşanır. Film gerçeği ise seyredilir. Yaşam gerçeği somuttur, sinema gerçeği somutun suretidir. Yaşam gerçeği kurgulanamaz, sinemasal gerçeklik kurgulanabilir. Tüm bu özellikler mi sinemayı, yaşamı yansıtmak açısından etkili kılıyor?

Rıza filminde Pirselimoğlu’nun, yönetmenlik açısından ortaya koyduğu başarıda, sanat ve görüntü yönetmenliğinin büyük payı var. Sanat Yönetmeni Natali Yeres, Pirselimoğlu’nun dünyasını yansıtmak için gereken en küçük ayrıntıyı bile atlamamış. Filmin bütününe egemen olan ve bekar odalarını anımsatan otele ilişkin ve bu dünyanın insanlarına yönelik başarılı gözlemcilik, filmdeki pek çok aksesuara, detaya ve oyuncu yönetimine siniyor, yansıyor. Filme egemen olan ana karakterlerden, figüran olarak tabir edilen küçük tiplemelere kadar gerek seçilen kişiler, gerekse de temsil ettikleri yaşamları yansıtmaları oldukça başarılı. Bu dünyanın eğretiliği, mekanın toplumsal yaşamın bir boyutunu yansıtma özelliği, seçilen eşyalar ve kullanılan aksesurlarla başarıyla betimleniyor. Otelin holünde sürekli televizyon seyreden yaşlı adam sanki zamanı donduruyor ve yaşamın da seyredilebilir bir olgu olduğunu düşündürtüyor.

Rıza filminden etkilenmek ya da beğenip, beğenmemek sinemadan ne beklediğimizle yakından ilgili. Şüphesiz sinemamız içinde özellikle egemen olmaya başlayan bağımsız sinema eylemi, minimal sinema yapma tercihi 1990’ların ortalarından beri belirgin şekilde öne çıkmaya başlamıştır. Sıradan seyirciler, sinemaya ilgi gösteren kimi aydınlar bu tarz filmlere bir moda oluşturdukları yönünde eleştirel olarak yaklaşırlar. Sanat yapıtlarına yönelik görüş ifade etmek çeşitli bağlantıların yörüngesinde ortaya çıkar. Fakat kitlesel beğeni düzeyinin bakış açısıyla sinemaya yaklaşmak, Rıza ve benzeri çalışmaların değerini azaltmasa da, yönetmenlerin amaçlarının anlaşılmasını ve yaşamımıza tutmaya çalıştıkları aynaların sırlarının dökülmesine neden olabilir. Rıza filmi, ismiyle aynı adı taşıyan ana karekterinin yaşamına odaklanır gibidir. Aslında o, bir metafordur. Rıza, kendisi gibi pek çok sıradan insanın yaşamını temsil eden bir figürdür. Film bir kurmaca olmasına karşın neredeyse belgesel bir filmin gerçeklik boyutunu bize hissettirmektedir. Yaşamında sahip olduğu tek şey bir kamyon olan Rıza, onu da kaybetmek riskiyle karşılaştığında insanlığından sıyrılır. Cinayet işler ve hırsızlık yapar. Sanki bu eylemleri kanıksamış bir caninin soğukkanlılığına ve duyarsızlığına sahiptir. Bu duyarsızlık filmi izleme azmini sürdüren seyirciyi de tedirgin eder. Gerçek yaşamda da karşılığı olan bir tepki, vicdanı bir rahatsızlık bekler. Bu tepkiler salt Afgan’lı geline yönelik olduğunda sanırım filmin zaaflarının ortaya çıkmasına neden oluyor. Cinsel açlık içinde olan ve bozulan kamyonunu tamir ettirmek için cinayet işleyen bir adamın, çekici bir kadını himaye etmekten çok cinsel olarak taciz etmesi beklentisi karşılık bulmuyor. Yönetmen, seyirciye Rıza’nın gözünden Afgan’lı gelinin odasını gözetletiyor, fakat o aşamada geri adım atıyor ya da tercihini olayların beklendiği şekilde gelişmemesi yönünde kullanıyor. Bu bağlamda da vicdanı temsil eden ve Rıza’nın otelinin camından dışarıya baktığında karşı binada gördüğü sigara içen, beyaz atletli adam bir “leit motiv” olarak Rıza’nın vicdanını temsil eden bir şablona dönüşüyor. Bu aşamada ise kişisel sinema yapan sanatçılar aynı zamanda doğru eksiltme yapmaktan muaf tutulmamalı mı sorusu akıllara takılıyor.

Aslında ister kitleye dönük isterse de bireysel ifadeye dönük olsun, son tahlilde her yönetmen ve her film bir öykü anlatır. Bu süreçte sanat alanının ilgi alanına giren boyut ise, öykünün önemli olmasının ötesinde nasıl anlatıldığıyla da yakından ilgilidir. Bir sanatçının imgeleminde oluşturduğu ve kağıtlara döktüğü bir tekst değildir sinema. Temeli görüntülerdir ve perdede ya da ekranda izlenir ve akıp gider. Geride kalan ise bizle ilgili olanıdır. Yüreğimize ne kadar değmiş ve bir film olmanın ötesinde bizle ilişkisini salondan çıktıktan sonra da devam ettirebilmekte olup olmadığıdır. Rıza, bütünündeki kimi aksamalara, öyküsünü geliştirmekteki kimi boşluklarına karşın oluşturduğu sinema dili, başarılı sanat ve görüntü yönetimiyle sarsıcı bir çalışma olarak ilgi gösterilmeyi hak ediyor.

Bülent Vardar

1961, Ankara doğumlu. 1983 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü, Sinema-TV-Fotoğrafçılık Ana sanat Dalı'ndan mezun oldu. Aynı üniversitede Yüksek Lisans, Marmara Üniversitesi'nde Sanatta Yeterlik yaptı. 1989 yılında yaptığı “Gemi Adamları”, 1991 yılında yaptığı “Geleneksele Dönüş” (TRT 2, İZ TV), 2002 yılında yaptığı “Zührap Usta” (CCN TÜRK) adlı belgesel filmleri yönetmiştir. 2000 yılında Beta Yayınevi tarafından basılan “Sinema ve Televizyon Görüntüsünün Temel Öğeleri”, “20.YY’ın Son Beş Yılında Türk Sineması” (2015), “Sinemada Ses ve Müzik”, “Yaşama Sarılmış Bir Serüven Tuncel Kurtiz (2010), “Ediz Hun” (2012) ve “Bir Sinema Arkeoloğu Burçak Evren” (2012) isimli kitapları bulunmaktadır. Sinema konusunda pek çok film eleştirisi ve makalesi bulunan Vardar, ayrıca film, reklam filmi, televizyon yapımı ve reklam/tanıtım fotografı alanında görüntü yönetmenliği ve aydınlatma tasarımı çalışmaları; Ferhan Şensoy'un "Varsayalım İsmail" dizisinin Işık yönetmenliğini de yapmıştır. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sinema-TV Bölüm Başkanlığı, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Müdürlüğü ve Okan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı olarak görev yapmış ve halen Beykent Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema (TR) Bölüm Başkanı olarak çalışmaktadır. [ Bütün Yazılar ]

Yukarı SB
error: Content is protected !!