Kısafilm

Festivalden Gösterimler

C’MON C’MON – YAŞAMAYA BAK

C’mon C’mon

Yönetmen: Mike Mills

Senaryo: Mike Mills

Oyuncular: Joaquin Phoenix, Gaby Hoffmann, Woody Norman, Scoot McNairy, Molly Webster

Görüntü Yönetmeni: Robbie Ryan

Kurgu: Jennifer Vecchiarello

Yapım Yılı ve Süre: 2021/108 dk. Siyah Beyaz

2021 Yılı Ulusal Eleştiri Kurulu National Board of Review (USA ABD) En İyi 10 Bağımsız Film arasına girmiş ve yine 2022’de Londra Film Eleştirmenleri Birliği (L)ondon Film Critics Circle) tarafından Yılın Genç Britanya/İrlandalı Oyuncusu (W. Norman) ödülüne layık görülmüş ve Baş rolünde Joaquin Phoenix’i izlediğimiz Mike Mills imzalı ‘Yaşamaya Bak’, eşi psikolojik olarak tedavi gören kız kardeşine (Gaby Hoffmann) destek olmak üzere geçici bir süre yeğenini yanına alan gezici radyo muhabiri Johhny ve küçük yeğeni Jesse’nin (Woody Norman), birlikte Los Angeles dışındaki yaşamı keşfetmek üzere Johhny’nin işi gereği ülkeyi dolaşırken kurdukları çocuk ve yetişkin iletişimine odaklanıyor.

Kategorize edilmiş kuşaklar çağının çocukları artık başka bir enerjiye sahipler. Çok küçük yaşlarda her türlü teknolojiyle yüzleşen ve ebeveynlerinden birer yetişkin muamelesi gören bu çocuklar, artık ele avuca sığmıyorlar. Onlarla farklı türden bir ilişki ve dostluk geliştirmek gerekiyor. Yönetmen Mills filminde bu konudaki zorlukların altını başarıyla çizerken, zoraki bir birlikteliğin adım adım dostluğa ve farklı bir aile birlikteliğine dönüşmesini sıcacık bir sinema diliyle seyirciye aktarıyor. Kuşkusuz bu noktada filmin başrollerinde yer alan Joaquin Phoenix ve genç oyuncu Woody Norman hemen öne çıkıyorlar.

C’mon C’mon

‘C’mon C’mon’ ya da Türkçeleştirilmiş adıyla ‘Yaşamaya Bak’ siyah beyaz atmosferde başarılı bir yol hikayesini ve buna koşut gelişen çocuk ile yetişkin dostluğunu adım adım irdelerken, aile kavramı hakkında farklı okumalar yapmayı olanaklı hale getiren ilişkiler bütününü sanat sineması kalıplarından ödün vermeyen bir sinematografiyle beyaz perdeye yansıtıyor. Doğal olarak günümüzün önemli teknolojik gücü cep telefonlarının bu aile atmosferini ve bu atmosferi güçlendirecek bilgi transferini öne çıkaran rolü yadsınamayacak boyutta. Kuşkusuz bu noktada beyaz perde de önemli eksantrik karakterleri canlandırmış başarılı oyuncu Joaquin Phonix ve çocuk oyuncu Woody Norman’ın önemli payları var.

DAĞLARIN DENİZCİSİ

Yönetmen: Karim Aïnouz

Dağların Denizcisi

Senaryo: Murilo Hauser, Karim Aïnouz

Oyuncular: Karim Aïnouz

Görüntü Yönetmeni: Juan Sarmiento

Kurgu: Ricardo Saraiva

Yapım Yılı ve Süre: 2021/98 dk.

Cezayirli-Brezilyalı sinemacı Karim Aïnouz, Marsilya’dan bir gemiyle Akdeniz’i geçip babasının memleketi Cezayir’e gitmeye karar verir. Yönetmen Aïnouz, annesi Iracema’nın anıları ve bir kamera eşliğinde çıktığı bu yolculuğu, belgesel bir gerçeklik arayışıyla Akdeniz’i geçişinden Kabiliye’deki Atlas Dağları’na varışına ve yine geri dönüşüne kadar tüm ayrıntılarıyla aktarıyor. Aïnouz’un annesinin gezi günlüğü ile fotoğraflar ve arşiv malzemelerini birleştiren görsel bir mektup niteliğindeki bu filmi, siyasi açıdan yüklü iki ülkeyi zaman ve mekândan kopararak şimdiki zamanla, geçmiş ve geleceği iç içe geçiriyor. Dağların Denizcisi prömiyerini 2021’de Cannes’da yaptı.

Yönetmen Karim Aïnouz’nun kamerasından, annesinin anılarını rehber alarak ve babasının köklerini arayarak çıktığı Cezayir yolculuğuna seyirciyi de ortak ediyor. Belgesel lezzetinde ve zaman zaman plan-sekans yönteminin öne çıktığı bakış açısı planlarıyla seyirciye yansıyan, insan, çevre ve doğa manzaraları, Alger’den başlayarak bizleri farklı bir duygu atmosferine taşıyor. Kuşkusuz bu noktada ülkenin verdiği bağımsızlık savaşı ve kazanılan askeri başarının ekonomi ve sosyal yaşama aynı ölçüde yansıtılamamasının gençlerde yarattığı buruk çaresizliği de iliklerimize kadar hissediyoruz.

Cezayir’in dünyanın dördüncü büyük ordusu sayılan Fransız ordusuna karşı verdiği bağımsızlık savaşı, ödenen büyük bedellere ve ülkenin zengin doğal kaynaklarına karşın insanları işsizlik, yoksulluk ve çaresizlikten kurtaramıyor. Yönetmen, babasının doğduğu köyde akrabaları ve kuzenleriyle buluşurken, kendisini buruk okumalarla baş başa buluyor ve buralardan hemen kurtulmak istiyor.

COMA

Yönetmen: Bertrand Bonello

Coma

Senaryo: Bertrand Bonello

Louise Labeque, Julia Faure Seslendirme Voices: Louis Garrel, Laetitia Casta, Gaspard Ulliel, Anaïs Demoustier, Vincent Lacoste

Görüntü Yönetmeni: Antoine Parouty Canlandırma Animation: Remembers-Ugo Bienvenu, Félix De Givry, Simon Cadilhac, Josselin Facon

Kurgu: Gabrielle Stemmer

Yapım Yılı ve Süre: 2022/80 dk.

2022 Berlin FIPRESCI Ödülü kazanan Yönetmen Bertrand Bonello’nun pandemiye ilişkin fantastik ve deneysel bir eleştiri sayılabilecek filmi, bizleri metafizik güce sahip yeniyetme bir kızın rüyalarına tanık ediyor. Bu rüyaların bir kâbusa dönüşmesini izlerken, odasına kapanan bu kızın dış dünyayla tek ilişkisinin sanal bağlantılar olduğunu izliyoruz. Rahatsız edici bir üsluba sahip, gizemli ve seksi YouTuber Patricia, Coma’nın rehberliğinde hayallerle gerçeklik arasında gidip gelmeye başlar. Yönetmen Bonello pandemiye dair sarsıcı bir sinema diliyle kotardığı bu fantastik filmle, kaygı veren ve etkileyici bir öyküyü seyirciye aktarıyor. Bu noktada, salgın nedeniyle uygulanan yasakların tetiklediği sarsıntılı ruh hali deneysel bir sinema diliyle beyaz perdeye yansıyor. Teknik imkanların da katkısıyla fantastik bir biçimle perdeye yansıyan film, karmaşık bir deneme olarak dikkatle okumalar yapılmasını gerektirirken, Bonello, filozof Deleuze’ün “asla başka birinin rüyasına girme, tehlikeli olabilir” sözünden yola çıkıyor. Yönetmen, filmini, daha önce kotardığı Nocturama (2016) ve Zombi Çocuk (2019) ile ilişkilendirerek, bir üçleme oluşturduğunu açıklıyor.

İtalya’da başlayan ve Fransa’da olgunlaşan yeni dalga akımı sinemada deneysel yaklaşımlara imkan sağlarken, esnek bir sinema üslubunu beyaz perdeye taşımıştı. Özellikle festivallere odaklanan özgün sinema yapıtları da benzer dili tercih ediyorlar ve seyirciyi yarattıkları bulmacalarla başbaşa bırakıyorlar. Günümüzde özellikle Covid 19 salgınının dünyada yarattığı kaos ve bu salgını önlemek üzere baş vurulan kapanma tedbirleri nedeniyle gündeme gelen psikolojik travmalar bağlamında, Bonello’nun bu fantastik denemesi farklı bir anlam kazanıyor.

Mobil teknolojilerin gelişmesi ve bunlara koşut olarak öne çıkan yeni medya uygulamaları kendi görsel dilini ve kodlarını oluşturmaya başladı. Artık hepimizin aşinası olduğumuz ve ‘kanalıma hoş geldin cümlesiyle’ başlayan amatör ya da daha profesyonel sunumların ve niceliğin öne çıktığı bir görüntü ormanı farklı arayışlar gerektiriyor. Seksi ve gizemli YouTuber Patricia özelinde Bonello’nun kapsamlı bir eleştiri yaptığına da tanık oluyoruz. Seksi bir kıyafetle ve davetkar bir tarzda ‘kanalıma hoş geldiniz’ diyen bir sunucuyu kim görmezden gelebilir? Özellikle YouTube için içerik üretenlerin deneyimleri, bir video hakkındaki seyirci kararının ilk saniyelerde belirlendiğini gösteriyor. Ancak burada metaforik bir söylemle Bonello birbiri ardına türeyen YouTube kanalları ve yeni medya söylemleriyle, çağa yakışır biçimde dalgasını geçiyor ve bu sanal kandırmacaya dair güçlü, çarpıcı ve özgün bir sinemasal tavır sergiliyor.

İYİ PATRON

iyi-patron
İyi Patron

Yönetmen: Fernando León de Aranoa

Senaryo: Fernando León de Aranoa

Javier Bardem, Manolo Solo, Almudena Amor, Óscar de la Fuente, Sonia Almarcha, Fernando Albizu, Tarik Rmili, Rafa Castejón, Celso Bugallo

Görüntü Yönetmeni: Pau Esteve Birba

Kurgu: Vanessa Marimbert

Yapım Yılı ve Süre: 2021/120 dk.

2022 Goya Ödülleri’nde (İspanya) En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu (J. Bardem), En İyi Özgün Senaryo, En İyi Özgün Müzik dalında ve yine 2022 Feroz Ödülleri’nde (İspanya) En İyi Erkek Oyuncu (J. Bardem), En İyi Senaryo, En İyi Komedi dallarında ödülleri toplayan usta İspanyol yönetmen Fernando Léon De Aranoa imzalı “İyi Patron” İspanya’nın taşrasında sanayi tipi tartılar üreten Básculas Blanco adlı şirketin ve patronu Blanco’nun eğlenceli öyküsünü anlatıyor. Şirketin sahip olmayı gelenek haline getirdiği Mükemmellik Sertifikası için karar verecek bir komitenin ziyareti beklenmektedir. Bu nedenle denetim sürecinde her şey kusursuz olmalıdır. Zamana karşı yarış devam ederken, şirketin sahibi Blanco, çalışanlarından kaynaklanan rahatsızlıkları gidermek için kendine özgü yöntemlerle tüm şartları zorlayacak, süreç boyunca aşılmadık sınır bırakmayacaktır. Yönetmen De Aranoa İspanya’nın Oscar adayı olan filmini “Yıpranmış emek ve eko sistemini öne çıkartan, iyinin ya da kötünün olmadığı, manişizmden uzak hikâyesiyle, koyu gri, neredeyse siyaha çalan keskin bir komedi” olarak tanımlamış. Yönetmenin sözlerini saygıyla karşılamakla birlikte, bu yaşını almış fırlama patron tiplemesini irdelerken, toplumsal iki yüzlülükleri irdeleyen, eğlenceli ve gişe şansı yüksek bir filme imza atılmış olduğunu kabullenmek gerekiyor.

Başarılı oyuncu Javier Bardem aslında çok da yabancı olmadığımız bir patron tiplemesini beyaz perdeye başarıyla taşıyor. Akdenizlilik kültürünün getirdiği çalışma anlayışına dair yetkin bir mizahi eleştiri sayılabilecek filmde, amaca giden yolda hiçbir kural tanımayan fabrika patronu Blanco’yu canlandıran usta oyuncu hemen öne çıkıyor. Blanco, babasından miras kalan fabrikayı başarıyla yönetmek üzere bizim coğrafyamızda sürpriz sayılamayacak yöntemlerle sorunlara çözüm ararken, arkadaşının kızıyla bilmeyerek ilişkiye girecek ve hiç ummadığı biçimde tuzağa düşecektir.

Özellikle devlet kapitalizmi uygulayan Çin ve Hindistan gibi ülkelerin şeklen sınırları kalkmış bir dünyada nüfuslarından doğan güçle düşük ücret cenneti haline gelmeleri ve bu durumun ortaya çıkardığı acımasız rekabet, özellikle sosyal devlet örneklerinin öne çıktığı Batı Avrupa ülkelerini sıkıntıya soktu. Avrupa’da stabil hale gelen ekonomik kriz ve durgunluk, birçok Batı Avrupa ülkesini etkilerken, başarıya giden yolda her şeyin mübah sayıldığı bir iş yönetimi ve tarzı da öne çıkmaya başladı. Yönetmen Fernando León de Aranoa, ‘Festival filmi’ olarak adlandırdığımız ve bağımsız sinema özelinde değerlendirmek gereken örneklere kıyasla, gişe başarısı için her unsurun yerli yerinde olduğu eğlenceli bir yapıma imza atmış. Belki de İspanyol yaşamından örnekler içeren satırbaşlarıyla, kolay izlenen ve her türden sinema seyircisine keyifle zaman geçirtebilecek potansiyele sahip ‘İyi Patron’, festivalde bilmece çözmek istemeyenler için öne çıkan seçeneklerden.

DÖRT DUVAR

Yönetmen: Bahman Ghobadi

Dört Duvar

Senaryo: Bahman Ghobadi, Hamed Habibi

Amir Aghaee, Funda Eryiğit, Fatih Al, Onur Buldu, Barış Yıldız, Denizhan Akbaba, Derya Uygurlar

Görüntü Yönetmeni: Hossein Jafarian

Kurgu: Hayedeh Safiyari

Yapım Yılı ve Süre: 2021/114 dk.

Müzisyenlik yaparak zor koşullarda ekmek parasını denkleştiren Boran (Amir Aghaee) sonunda banka kredisiyle ailesini de yanına alıp birlikte yaşayabilecekleri, iki apartman arasından deniz gören, küçük ve köhne bir apartman dairesi almıştır. Ancak taşınırlarken yaşanan bir trafik kazasında, ailesini kaybedecek ve kendisi de aylarca komada kalacaktır. Komadan çıkarak eve döndüğünde, kısa sürede bitirilen bir inşaatın deniz manzarasını kapattığını fark eder. Bu durum karşısında çılgına dönen Boran, kayıp manzarasını yeniden kazanabilmek için adım adım çıkmaza gireceği, eksantrik bir polis komiserinin de destek verdiği, ancak öngöremediği bir mücadeleye girişecektir.

Özellikle filmin hikayesinin kurgusunda önemli rol oynayan ve başarıyla canlandırılmış bir trafik kazası sahnesiyle ivme kazanan filmde, iyi niyetli bir sinema arayışı öne çıkıyor. Kürt kimliğini hikayeye ustaca iliştiren detaylar yanında, filmde kullanılan müzikler ve bunların katkısı önemli seviyede. Bu noktada filmin özgün müziklerine imza atan Vedat Yıldırım ve Bahman Ghobadi başarılı olmuşlar. Yeşim Ustaoğlu imzalı ‘Tereddüt’ filmiyle öne çıkan ve fiziğiyle sinemaya yakıştığını düşündüğüm Funda Eryiğit, filmde kazaya yol açan çocuğun annesini oynuyor. Ancak Yönetmen ve İranlı Kürt kökenli sinemacı Bahman Ghobadi bu noktada hayal kurmayı başaramamış ve özellikle Asghar Farhadi gibi Oscar’a uzanmış yönetmenlerin elinde ayrı bir anlam kazanan ve İran sinemasının vurucu gücü haline gelen kadın ve erkek ilişkisine dair söylemleri filmine yansıtamamış. Bunun yerine Yönetmenin kültürel bir gerçekliğe yöneldiğini ve Baran üzerinden okumalar yapmaya izin vermediğini görüyoruz. Ghobadi potansiyeli olan bir hikayeyi aceleyle ve detaylarda eksik kalan bir sinema diliyle beyaz perdeye taşımış. Moladrama yakın bir sinemasal gerçekliği öne çıkartan ve tüm eksiklerine karşın samimi bir deneme olduğunu düşündüğümüz ‘Dört Duvar’ ülkemizdeki sosyal iki yüzlülüğü ve bana ne anlayışını da öne çıkarttığı kadar, para ve hırs uğruna her değerin nasıl ayaklar altına alındığını, tüm eksikleriyle ancak kendisine özgü ve belli ölçülerde ironik bir sinema diliyle anlatmaya çalışıyor.

MASUMLAR – THE INNOCENTS

Yönetmen: Eskil Vogt

Masumlar

Senaryo: Eskil Vogt

Oyuncular: Rakel Lenora Flettum, Akra Brynsmo Ramstad, Sam Ashraf, Mina yasmin Bremseth Asheim, Engin Çelik

Görüntü Yönetmeni: Sturla Brandth Grovlen

Kurgu: Jens Christian Fodstad

Yapım Yılı ve Süre: 2021/117 dk.

2014’te yönettiği Blind / Körlük ile İstanbul Film Festivali’nin büyük ödülü Altın Lale’yi kazanan, özellikle Joachim Trier ile Verdens verste menneske / Dünyanın En Kötü İnsanı’ndan, Reprise / Tekrar’a birçok filmin senaryosuna imza atan Eskil Vogt’un yazıp yönettiği ikinci film Masumlar, dünya prömiyerini 2021 Cannes’da ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünde yapmıştı. Filmin Norveç Krallığı Ankara Büyükelçiliği’nden destek aldığını da hatırlatalım.

Dünya Prömiyerini 2021 Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış bölümünde yapan Masumlar, bu yıl Oscar® ödülüne aday olan Dünyanın En Kötü İnsanı filmi dahil olmak üzere birçok film için yazdığı senaryolarla tanınan Yönetmen Eskil Vogt’un yeni çalışması. Doğal olarak sinemanın en önemli unsuru olan senaryo filmin gücünü de belirliyor. Eskil Vogt’un yazıp yönettiği filmde, yeni taşındıkları binada otistik kız kardeşiye birlikte oynayacak arkadaş arayan Ida, göçmen çocuklar Ben (Sam Ashraf ve Aisha (Mina Yasmin Asheim) ile arkadaş olur. Ancak zaman içerisinde Ben’in metafizik yetenekleri ve Aisha ile otistik kardeşi Anna (Alva Ramstad) arasında gelişen benzer tarzdaki iletişim, bu dört çocuğun karanlık ilişkileriyle bir dizi olayın tetiklenmesine neden olacaktır.

Ülkemizin içine düştüğü ekonomik sıkıntılar ve buna koşut sosyal gerilimler özellikle genç ve eğitimli kesimlerin farklı yaşam arayışlarını sorgulamasına neden oluyor. 1990’ların başında 9 ay süreyle yaşadığım Norveç bana çok iyi anılar bıraksa da, buraya iş amacıyla gelmiş diğer arkadaşlarım hiçbir zaman aynı fikirde olamadı ve biran önce Türkiye’ye geri dönmek istediler. Sosyal imkanlarıyla öne çıkmış, özellikle Kuzey Denizi’ndeki petrol endüstrisi sayesinde sayılı zengin ülkelerden birisi haline gelen Norveç, sağladığı yüksek sosyal standartlar nedeniyle öne çıksa da, bu ülkelerdeki yaşam anlayışı ve kendine özgü tutuculuk nedeniyle, bu zenginlik özellikle yabancılar için önemli bir fark yaratmıyor. Tek farkın standartlaşmış bir yaşam kalitesi olduğunun da altını çizmek gerekiyor.

Yönetmen Vogt sinematografik olarak gereklerini yerine getirdiği bir yapıt olsa da, alt metinleri ve söylemi bakımından farklı okumalara çok açık bir filme imza atmış. Öncelikle İskandinav yaşamını abartısız bir biçimde beyaz perdeye yansıtan filmde, doğal olarak bu ülkelerdeki göçmenlik sorunu ile şiddete olan yatkınlık arasındaki bağlantı hemen öne çıkıveriyor. Ataları tarihin gördüğü en acımasız savaşçılardan olan Vikinglere dayanan bir toplumun, aslında kendi köklerinde var olan şiddetin bir anda nasıl ortaya çıktığını, bu ülkede yaşadığım dönemde çokça izlemiştim. Özellikle göçmen bir çocuğun metafizik yeteneklerle yarattığı şiddet sarmalına kapılan diğerleri ve bu yeteneğin belki de bu toplumların köklerinde var olan acımasızlıkla birleştiğinde ortaya çıkabilecek olumsuzlukları işaret etmek bakımından, özellikle Norveçte yaşanan bazı kriminal olaylar bağlamında, Yönetmen Eskil Vogt’un sinema yaklaşımı dikkate değer bir söylem olabilir. Ancak esas soruyu da sormadan bitirmeyelim. Burada masum olan kim?

HAYAT ÜZERİNE BİR FİLM

Yönetmen: Dovile Sarutyte

Hayat Üzerine Bir Film

Senaryo: Nelson Carlo de los Santos Arias

Oyuncular: Agne Misiunaite, Nele Savicenko, Ksstutis Jakstas, Inga Maskarina, Romuald Lavrinoviic

Görüntü Yönetmeni: Eitvydas Doskus

Kurgu: Gintare Sokelyte

Yapım Yılı ve Süre: 2021/100 dk.

Film, babasını beklemediği bir anda kaybeden ve bu durumun yarattığı teknik zorluklarla da başa çıkmaya çalışırken, aile ve toplum ilişkilerine farklı bir bakış açısı geliştirmeye başlayan Dovile’in gözünden bir cenaze öyküsünü anlatıyor. Zaman zaman belge film gerçekliğiyle Litvanya’da sıradan insanlara dair bir aile ve cenaze öyküsü izliyoruz. Dovile’nin kız arkadaşlarıyla birlikte gittiği Paristeki eğlenceli bir tatilin ardından, babasının ani ölümüyle hiç planlamadığı ancak yaşama dair zorunlu işlerle karşı karşıya kalması, adeta bir siyah beyaz yüzleşmesi yaratıyor. Bu noktada Yönetmen Dovile Sarutyte güçlü bir sinemasal anlatım yerine bir belge film gerçekliğiyle kurgulanmış bağımsız sinema kalıplarına yakın bir dil tercih etmiş. Ancak bu durum filmi bir uzun metraj denemesi haline sokarken, Doğu Bloku ardılı ülkelerin hoyrat ve fazlasıyla sıradan yaşamları tüm çıplaklığıyla beyaz perdeye yansıyor.

Kişisel bakış açım bir filmin güçlü bir öykü ve onu destekleyen senaryoya sahip olması yönünde. Ancak yeni sinema arayışları ve ‘Bağımsız Sinema’ anlayışı bizleri çok farklı bir yönde değerlendirme yapmaya zorluyor. Aslında burada görsel bir bilmecenin öne çıktığını görüyoruz. Belki de işin esas zevki burada. Sinematografi kuramının gereklerinden çok yönetmenin ne anlatmak istediğine odaklanan bir sinema dili öne çıkarken, bu noktada anlatım biçimi filmin kalitesini belirliyor. Bunu irdelemekte sinemada eleştirel bir kaygı haline geliyor. Özellikle bu noktada ülkemizden güçlü bir örnek olan Nuri Bilge Ceylan sineması ışığında değerlendirme yaparsak, bir baş yapıtla sıradan olmak hali arasındaki fark bu noktada anlam kazanıyor. Doğal olarak bu tür sinema anlayışının en önemli destekçisi de Festivaller oluyor.

Dovile Sarutyte Litvanya’dan ve çok sıradan bir cenaze öyküsünü, babasının ölümü ardından karıştırdığı fotoğraf albümüne bakarcasına beyaz perdeye yansıtmış. Estetik kaygılar yaşamayan, günlük tutar gibi kotarılmış film, sinematografisiyle ve ortalamalarda kalan oyunculuklarla ve yine senaryo bakımından öne çıkmasa da bir belge film gibi beyaz perdeye yansıyan ve özgün bir bağımsız sinema örneği olarak değerlendirilebilecek söylemiyle farklı bir seçenek haline geliyor.

TURNA MİSALİ-THE LAST BIRDS OF PASSAGE

Yönetmen: İffet Eren Danışman Boz

Turna Misali

Senaryo: Eyüp Boz, İffet Eren Danışman Boz

Oyuncular: Sennur Nogaylar, Necmettin Çobanoğlu, Timur Ölkebaş, Zeynep Elçin, Sercan Can, Deniz Ceylan

Görüntü Yönetmeni: Eyüp Boz

Kurgu: Melik Saraçoğlu

Yapım Yılı ve Süre: 2021/99 dk.

Artık deveyle yük taşımak nasıl bir misyondur bilinmez ancak Akdeniz bölgesindeki Yörük Göçerleri konu alan Turna Misali, Turnalar hakkında akademik bilgiler vererek yaptığı açılışla aslında metaforik bir ilişki kurarak kamerayı Sarıkeçili Yörüklerinden Aksak ailesinin hayatına çeviriyor. Ailenin reisi otoriter ve gelenekçi Gülsüm’ün (Sennur Nogaylar) kocası Cemal (Necmettin Çobanoğlu), yaşlandıkları gerekçesiyle göçü bırakıp yerleşik hayata geçmek istemektedir. Özellikle yeni yapılan toplu konutlara geçerek daha konforlu bir yaşam arayışındadır. Gülsüm’ün damadı Mustafa da deveyle yük taşınmasının artık geride kalması gereken bir gelenek olduğunu ve traktör alarak, çadır ve hayvanları römorka yükleyerek göç etmekten yanadır. Gülsüm ise göçün geleneksel biçimde, develerle ve yayan yapılmasında ısrarcıdır. Gelenekleri korumak için ailesini ve diğer yörük ailelerini ikna etmeye çalışırken, valiliğin bu şekilde yapılan göçü engelleyeceğine dair bir söylenti yayılmaya başlar. Ancak Gülsüm Ana ne pahasına olursa olsun göç etmeye kararlıdır.

Her ne kadar Yeşilçam sineması olarak adlandırılan öncü sinemamız bazı konularda ötekileştirilse de, özellikle sinema tarihine geçmiş ve yurt dışında da festival başarıları kazanmış Susuz Yaz, Yılanların Öcü gibi filmlerin çıtasının halen daha yüksekte kaldığı düşüncesindeyim. Bunun nedeni, 60’lı yıllarda kotarılmış, özellikle Anadolu ve kırsal yaşamı konu alan bu filmlerin, Necati Cumalı, Fakir Baykurt gibi yazarların romanlarından senaryolaştırılması, amatör ruhla çalışan ve günümüz oyuncularına kıyasla farklı disipline sahip Aliye Rona, Erol Taş, Fikret Hakan, Fatma Girik, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit gibi oyuncularla bambaşka bir seviye yakalanmasıdır. Özellikle yeni nesil yönetmenlerin farklı bir sinema dili arayışları ve belki de tekrarlara düşmek istememeleri nedeniyle, yıllar önce kotarılmış ancak yedinci sanat bakımından halen değerli saydığımız bu örnekleri yeterince analiz etmediklerini düşünüyorum. Gülsüm Ana karakterini canlandıran Sennur Nogaylar ve Necmettin Çobanoğlu dışında oyunculukların sığ kaldığını görüyoruz. Dijital teknolojinin ve günümüzdeki teknik olanaklar eksikleri gidermeye yeterli olmuyor. Özenle seçilmiş kadrajlar ve samimiyeti hissedilse de, sinemaya dair eksiklerin olanca çıplaklığıyla göze çarptığı, kısmen kurmaca bir belgesel niteliğindeki, görece zayıf bir senaryoya ve dağınık bir sinema diline yaslanan Turna Misali, çevre sorunları ve şehirlerdeki betonlaşma gibi, bazı önemli konulardaki iyi niyetli toplumsal eleştiriler yapmak kaygısını, seyirciye yeterince aktaramıyor.

KLONDIKE

Yönetmen: Maryna Er Gorbach

Klondike

Senaryo: Maryna Er Gorbach

Oyuncular: Oxana Cherkashyna, Sergiy Shadrin, Oleg Scherbina, Oleg Shevchuk, Artur Aramyan, Evgenij Efremov

Görüntü Yönetmeni: Sviatoslav Bulakovskyi

Kurgu: Maryna Er Gorbach

Yapım Yılı ve Süre: 2021/100 dk.

Rusya-Ukrayna arasında yıllardır geliyorum diyen savaş sonunda patladı. Doğal olarak 21. Yüzyıla yakışmayacak acılarla dolu görüntüler medya kanalıyla evlerimize giriyor, bu ülkede yaşanan drama tanık oluyoruz. Siyasetçiler umursamasa da bu durumun bedelini kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere masum insanlar ödüyor. Festivallerde övgüyle karşılanan Maryna Er Gorbach imzalı Klondike, Doğu Ukraynada ki ayrılıkçı çatışmalar ve 17 temmuz 2014 de yaşanan uçak kazasına odaklanıyor. Doğal olarak kaza demek pek doğru olmasa da (çünkü Malezya uçağı kimin tarafından ateşlendiği belirsiz bir füzeyle düşürüldü) film, bu kazadan çok doğurmak üzere olan hamile Irka (Oxana Cherkashyna) ve ayrılıkçı sempatizan kocasının doğum öncesinde bu çatışma ortamından kurtuluş çabalarına odaklanıyor.

Ukrayna ve Rusya arasındaki sorunların geçmişe dayalı uzunca bir öyküsü var. Hatta ikinci Dünya Savaşı esnasında Nazilerin Barbarossa harekatı kapsamında Sovyetler Birliği’ni işgali, önceleri Stalin baskısından bunalmış Ukrayna’da çoşkuyla karşılanmış ancak Nazilerin yahudilere ve alt ırk saydıkları insanlara karşı uyguladıkları acımasız soykırım, Ukrayna tarafının da Büyük Vatanseverlik Savaşı’na destek vermesini sağlamıştı. Bu durumun günümüzde de ayrılıkçı söylemlere yansıdığını ve Nazilik suçlamalarının öne çıktığını görüyoruz.

Yönetmen Gorbach, dramatik potansiyeli güçlü olan bir öyküyü ve filmin finalini ne yazık ki lehine kullanamamış. Filmin giriş sahnesinde, eve yanlışlıkla bomba isabet etmesi ve patlamayla yaşanan şok ve evdeki hasar, gelecekte yaşanacaklara dair bir metafor haline gelirken, bu acı dolu öyküde her şeye karşın insanın yaşama çabası öne çıkıyor. Özellikle ayrılıkçı güçlerin sıradan talebiyle kesilen ve ailenin gelir kaynağı olan inek güçlü bir gösterge haline gelirken, bu tür çatışmalarda sıradan insanların yaşadığı acı ve kayıplar filmin esas düşündürdükleri haline geliyor. Filmin finalinde Irka’nın kendi kendine doğum yaptığı sahne daha güçlü bir biçimde ele alınmış olsaydı, bir kadın manifestosu oluşturabilirdi. Ancak Türkiye’de kotarılan filmlerde de karşılaştığımız gibi, sinema sanatı bakımından kusurlu sayılabilecek, özensiz bir üslubun tercih edildiğini görüyoruz. Günün anlam ve önemine koşut öyküsü ve iyi niyetli sinema kaygısı zaman zaman slogancı bir yaklaşıma yenilse de, Klondike, ilgiye değer bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor.

GERGEDAN

Yönetmen: Oleh Sentsov

Rhino

Senaryo: Oleh Sentsov

Oyuncular: Serhii Filimonov, Yevhen Chernykov, Yevhen Grygoriev, Alina Zevakova

Görüntü Yönetmeni: Bogumil Godfrejów

Kurgu: Karolina Maciejewska

Yapım Yılı ve Süre: 2021/101 dk.

Ukraynalı sinemacı ve siyasal aktivist Oleh Sentsov’un son filmi Gergedan’ın ilk gösterimi 2021 Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünün kapanış filmi olarak gerçekleştirilmişti. Suça eğilimli saldırgan bir genç olan Gergedan, suç dünyasında hızla yükselir. Hayatı boyunca yalnızca gücü ve zulmü tanıyan Gergedan için, artık, iç dünyasını rahatlatacak kişisel hesaplaşma zamanı gelmiştir. Gergedan karakteri için bir arkadaşından esinlendiğini belirten Sentsov, 2014’te Rus İstihbarat Teşkilatı FSB tarafından tutuklanır. Bu nedenle filmin yapımı kesintiye uğrar ve çekimler ancak 2019’da serbest bırakılışının ardından devam eder.

Yönetmen Oleh Sentsov, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle dağılan Doğu Bloğunun önemli ülkelerinden Ukrayna’ya ait bir suç filmiyle bizleri koltuğumuza mıhlıyor. Bu ülkeleri ne denli tanıyorsunuz sorusunun cevabı nasıl verilir bilinmez ama ben tanıdığımı zannediyorum. Dolayısıyla, küçük yaşından başlayarak şiddetle tanışmış, sarhoş bir babanın dağıttığı, yokluklar içerisindeki bir ailenin çocuğu olan ve özellikle katıldığı Afganistan savaşında edindiği tecrübeyle kural tanımaz bir şiddet ve suç makinesine dönüşen bir gencin öyküsüne odaklanan film, akıp gidiyor ve ‘su testisi su yolunda kırılıyor’. Bu noktada özellikle toplumun bazı kesimlerinden yetişmiş insanların savaş görmelerinin, toplum için ne denli riskler taşıdığını anlatması bakımından da film dikkate değer bir mesaj taşıyor.

Şiddeti stilize ederek sinema tarihinde yerini almış Tarantino gibi yönetmenlerin kotardığı filmlere kıyasla, Yönetmen Oleh Sentsov, ülkesinde özellikle 90’lı yıllarda her boyutta yaşanan şiddeti ve yozlaşmayı, pornografi sınırlarında gezinen sahnelerle de süsleyerek, ayrıca çaba gerektirmeyen bir sinema üslubuyla seyirciye aktarıyor. Ancak önemli bir eksiklik var. Burada sinema sanatına dair özgün bir sinema dili yerine seyirciyi kameranın bakış açısıyla olaylara tanık haline getiren ve farklı okumalar yapmayı güçleştiren bir sinema anlayışı var. Görüntü estetiğine yönelik bir kaygı bulamıyoruz. Adeta bir polis kamerasıyla kaydedilircesine olayları kurgulayan ve daha çok bizde de bazı televizyon dizilerinde kullanılana benzer sert bir sinema dili ve beyaz perdede akıp giden hoyrat bir yaşam tarzı ve şiddetin yanısıra, zaman zaman seksle süslenmiş bir hikaye var. Gergedan, özünde bir festival filmi olarak niteliği sorgulanır olsa da, ticari sinemada örneklerini gördüğümüz birçok yapımla yarışabilecek seviyede ve gişe potansiyeli olan bir hikayeyi beyaz perdeye yansıtıyor.

YABAN

Yönetmen: Tareq Daoud

Senaryo: Tareq Daoud

Oyuncular: Amira Casar, Haydar Şişman, Doğanay Ünal

Görüntü Yönetmeni: Florent Herry

Kurgu: Nicolas Hislaire

Yapım Yılı ve Süre: 2022/80 dk.

Zaman zaman medyaya çokça yansıyan bir konudan gücünü alan film, orta yaşa erişmiş Fransız vatandaşı Claire’in, dokuz yaşındaki kızı Sabrina’nın velayetine sahip ve Türkiye’de ünlü bir televizyoncu olan kocasından, kızını, yasa dışı yollarla Türkiye dışına kaçırmaya çalışmasını anlatıyor. Kızını eşine bırakmak istemeyen Claire, kendisini ve kızını Bulgaristan sınırından ülke dışına kaçırmaları için insan kaçakçılarıyla anlaşır. Ancak, televizyonlardaki haberlerde çocuğun babasının şöhretini farkeden ve ondan daha fazla para alabileceklerini anlayarak plan değiştiren kaçakçılar, Claire’i oyalar ve onları ormandaki harap bir kulübeye bırakır. Bu kısıtlı mekanda başbaşa kalan anne ve kızını, çaresizlik ve umutsuzlukla geçen dakikalar, saatler ve günler daha kötü etkilemeye başlayacak, Claire’in yanlış kararları ve Sabrina’nın babasına olan bağını fark etmesi, dönülmez sonun başlangıcı olacaktır.

Yönetmen Tareq Daoud, çok daha güçlü bir örneğini, Yönetmen Onur Saylak imzalı ‘Daha’ da izlediğimiz ve özellikle Suriye’deki iç savaş bağlamında oldukça öne çıkan bir sorun haline gelen insan kaçakçılığına kamerasını çevirirken, sinema’da özellikle İran özelinde öne çıkmış anne odaklı benzer filmlere kıyasla farklı bir bakış açısına yöneliyor. Filmde Claire’in kızıyla olan ilişkisini sorgulayan ve babayla kurulana göre daha sancılı bir anne kız ilişkisinin öne çıktığını görüyoruz. Sabrina’nın bebekleriyle oynarken kullandığı sözler ve babasına yönelik ifadeler, harap bir mekanda kendisiyle de yüzleşen annesini, sıradan ve belli standartları olan Batılı bir kadından, kontrolsuz, hoyrat ve mental olarak sorunları olan bir karaktere dönüştürüyor. Bu noktada filmin seyirciye de sanki kim haklı sorusu yönelttiğini görüyoruz.

Yönetmen Tareq Daoud imzalı Yaban, tek mekan filmi özelliğini koruyan, kısıtlı mekanlar ve oyuncularla kotarılmış bir film. Sinemamızda öne çıkan işlere imza atmış Florent Herry’ye emanet edilmiş sinematografisi filmin çıtasını yükseltmekte yetersiz kalıyor. Bağımsız sinema örneği olarak öne çıkan ancak bir kolaycılık olarak da nitelendirilebilecek bilinen kalıpları üstünkörü kullanan ve gösterge bilimin temel kuramlarını görmezden gelen bir sinema diliyle kotarılmış ve yine hikayesiyle, kaygısını seyirciye aktarmakta zorlanan bir film izliyoruz.

Hikmet Vardar

Yukarı SB
error: Content is protected !!