Osmanlı Subayı
Ülkesinde siyahlara yönelik ırkçılık, hastaneye ölmek üzere getirilen bir zencinin bile, hastane beyazlara hizmet verdiği için ölüme terkedilmesi, genç kızın yüreğinde ve beyninde fırtınalar koparmakta, yaşamını anlamlı bir hale getirmenin yollarını aramaktadır. Bir toplantı sırasında genç doktor Jude ile tanışır. Jude bir Amerikan misyonu olan ve Osmanlı topraklarında Van’da Woodruff ve eşi tarafından kurulan bir vakıf hastanesinde görev yapmaktadır…
Yönetmen: Joseph Ruben
Senaryo: Jeff Stockwell
Oyuncular: Michiel Huasman, Josh Hartnet, Hera Hilmarsdottir, Ben Kingsley, Haluk Bilginer, Selçuk Yöntem
Görüntü Yönetmeni: Daniel Aranyo
Kurgu: Nick Moore, Dennis Virkler
Müzik: Geoff Zanelli
Yapım Yılı ve Süre: 2016 / 1 saat 46 dakika
Bir Hollywood yapımı olan ve özellikle usta oyuncularımız Haluk Bilginer ve Selçuk Yöntem’in de rol alması nedeniyle yakın geçmişte medyanın gündeminde de yer alan Osmanlı Subayı, geçtiğimiz Cuma günü vizyona girdi. Film vizyona girmeden önce hakkında çıkan pek çok haber ile gündem oluşturmuş, haberler Amerikalı genç ve güzel bir hemşire ile yakışıklı Osmanlı subayının aşkı ekseninde yoğunlaşmıştı.
Film Birinci Dünya Savaşı döneminde, daha önce vurguladığımız gibi Amerikalı genç ve güzel hemşire Lillie ve savaş arifesindeki Osmanlı’nın güvensiz doğu topraklarında onu korumak için görevlendirilen genç, yakışıklı Yüzbaşı İsmail arasındaki aşkı anlatıyor. Şüphesiz bu özet, Osmanlı Subayı filminin konusunu kapsamlı içermiyor. Hemşire Lillie, Philedelpia’daki güvenli ve konforlu yaşamından mutlu değildir. Ülkesinde siyahlara yönelik ırkçılık, hastaneye ölmek üzere getirilen bir zencinin bile, hastane beyazlara hizmet verdiği için ölüme terkedilmesi, genç kızın yüreğinde ve beyninde fırtınalar koparmakta, yaşamını anlamlı bir hale getirmenin yollarını aramaktadır. Bir toplantı sırasında genç doktor Jude ile tanışır. Jude bir Amerikan misyonu olan ve Osmanlı topraklarında Van’da Woodruff ve eşi tarafından kurulan bir vakıf hastanesinde görev yapmaktadır. Jude, kısa süreliğine gittiği bu imkansızlıklarla dolu, bir o kadar da güzellikler içeren coğrafyada yedi senedir yaşamaktadır. Sohbet Lillie’nin aradığı amacı bulmasına yardımcı olmuştur. Lillie’nin ağabeyi tıp eğitimi aldığı yıllarda tifüs yüzünden ölmüştür. Lillie, onun kamyonunu Jude’un çalıştığı hastaneye bağışlamaya karar verir ve kasası ilaçlarla dolu olan kamyonu Van’a götürmek için istanbul’a doğru bir gemiyle yola çıkar. İstanbul’a ulaştıktan sonra oluşabilecek potansiyel tehlikeler yüzünden Van’a gitmesine, kendisine bir askerin korumalık yapması durumunda izin verilebileceğini öğrenen Lillie, İstanbul’u tanımak için dolaşırken tanıştığı Yüzbaşı İsmail’in, kendisini korumasını talep eder. İsmail çok gönüllü olmadan genç kadın ve kargolarıyla birlikte Van’a doğru yola çıkar. Yolculuk bir grup Ermeni komitacısının saldırısıyla farklı bir boyut kazanırken, Lillie kültürünü ve yaşam tarzını bilmediği bu büyük ülkenin kendi içindeki başka yüzlerine de tanıklık etmeye başlar…
Osmanlı Subayı, anaakım sinemanın, güçlü dramatik yapısıyla, keyifli bir seyir vadeden örneklerinden biri. Film, salt pastoral senfoni kıvamında bir çerçeveye şıkışmıyor. Ele aldığı dönemlerde, “doğu” coğrafyasının olanaksızlıklarına gönderme yaparken, oryantilizm tuzağına düşmeyen, diğer yandan ülkemizin uzun yıllardır yaşadığı ve bir parçası olan Ermeni sorunu da filme fon teşkil ediyor. Bugüne kadar çoğunlukla konunun nezaketi ve önemi bağlamında, sorunun çözümünü tarihçilere bırakma önerisine karşın, olgu pek çok filme de konu olmuş; Türkler ve Ermeniler arasında 1.Dünya Savaşı’nın kaotik koşullarında oluşan gerilimler, Ermenilere yönelik tehcir (zorunlu göç) olgusunu ortaya çıkarmış, bu süreç de pek çok insanın trajik bir şekilde ölümüne yol açan bir felakete neden olmuştur.
Atom Egoyan’ın “Ararat” filminden sonra, Ermeni sorunu hakkında ilk Hollywood yapımı olan, yönetmenliğini Terry George’un yaptığı “The Promise”ın prömiyeri geçen sene Toronto Film Festivali’nde yapılmıştı. Diğer yandan Ermeni sorunu hakkında yapılan ve eleştirmenlerce de genelde beğenilmeyen Fatih Akın’ın “Kesik” filmi de sorunu ele alan bir başka filmdi. Şüphesiz bu çalışmaların tümüne sanat bağlamında bakarak, ortaya çıkan sonuçları dünyanın sonuymuş gibi ele almamak lazım.
Ermeni sorunu fonda kalsa da, sorun hakkında The Promise ile eşzamanlı yapılmış bir diğer Hollywood filmi “Osmanlı Subayı”. Film İstanbul, Kapadokya ve Çek Cumhuriyeti’nde çekilmiş. Özellikle başrol erkek oyuncuları Michiel Husmann, Josh Hartnet’in oyunculuk performanslarının başarılı olduğu filmde, dünya sinemasının büyük oyuncularından Ben Kingsley ise, kendisinden beklenilen oyunculuğun dışında bir performans sergilemiyor. Filmin genç kadın oyuncusu, Hera Hilmarsdottir’in ise, gelecek açısından büyük umutlar vadettiğini iddia etmek abartılı olacaktır. Sinema, tiyatro ve televizyon dünyamızın önemli oyuncuları Haluk Bilginer ve Selçuk Yöntem için ise rolün küçüğü büyüğü olmaz demek daha uygun görünüyor. Sınırlarını iyi çizmiş, büyük vaatlerde bulunmayan ve kendisinden önce yukarıda özetlediğimiz Ermeni sorunu hakkında yapılmış filmlere göre daha nesnel olma iddiasında gibi görünen, suya sabuna fazla dokunmadan anlatılan öykünün dönemin ilişkilerinden bağımsız kalmasının da olanaklı olmadığına işaret eden Osmanlı Subayı, son tahlilde iyi bir seyirlik örneği olarak tanımlanabilir. Bu tanımlamaya güçlü bir desteğin ise, filmin görüntü yönetimi bağlamında ortaya koyduğu başarılı görsel dünyasından kaynaklandığını vurgulamak gerekir.
Bülent Vardar