Kısafilm

Lynne_Ramsay

Lynne Ramsay ile Festival Sohbeti

Uluslararası Yarışma Jüri Başkanı olarak festivalin bu yıl ağırlamaktan büyük onur duyduğu başarılı sinemacı Lynne Ramsay ile Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde, Melis Behlil’in moderatörlüğünde bir festival sohbeti yapıldı.

Son filmi You Were Never Really Here ile Cannes’da En İyi Senaryo ödülü alan Ramsay, sinemacının görevinin, zor, kimilerine göre belki de karanlık gelebilecek sorular sorarak, bunları tartışmak olduğunu söyledi. Karakterlerinin hiçbir zaman düz bir çizgide ilerlemediğini, bu tip karakterlerin kendisine çekici geldiğini ekledi. Edebiyat uyarlaması olan son üç filmiyle ilgili Ramsay şunları söyledi: “Pek çok bestseller çok iyi film olmuyor çünkü sinema başka bir deneyim. We Need to Talk About Kevin’i yazarken bütün kitabı yeniden düşünmem gerekti. O süreç bana kurguyla ilgili çok şey de öğretti. Bir kitabı görüntüye dönüştürebilmek için içgüdünüz olmalı. İmgeler gözümde bir şekilde canlanır hep benim, çok analiz etmem. Her filmden önce filmle ilgili bu gözümde canlanan imgelerden oluşan bir kitap hazırlarım.”

Haber izlemediğini ve sosyal medyada yer almadığını anlatan Ramsay, dünyadan haber alma kaynağının belgesel filmler olduğunu ve uzun süre kendisini adayabileceği, inandığı bir proje olursa, belgesel çekmek istediğini söyledi. Etkinliğe katılan öğrencilere, üniversite yıllarının insanı şekillendiren çok önemli bir dönem olduğunu hatırlatan Ramsay, sinema yapmak isteyen gençlere şu önerilerde bulundu: “Arkadaşlarınızla işler üretin. Film yapmak çok zor bir iş olduğundan, birlikte yaptığınız insanlarla aile gibi oluyorsunuz. Sevdiğiniz ve birlikte çalıştığınız insanları kaybetmeyin. Jane Campion’un dediği gibi ‘oynayın’, bir çocuk gibi. Günümüzde bir işin nasıl yapılacağı ile ilgili çok fazla kural, tik atılacak pek çok kutu var. Halbuki bu işin bir formülü yok. Hiçbirimiz bir filme başlarken nasıl bir iş çıkacağını kestiremiyoruz. O yüzden cesur olun ve oynayın.”

Fransız sinemasının ilk Vietnam film

38. İstanbul Film Festivali’nin “Uluslararası Yarışma” filmlerinden Dünyanın Sınırında, 1945’te, Vietminh savaşçılarının Çinhindi’ne düzenledikleri saldırılar sonrasında intikam peşindeki bir Fransız askerini ele alıyor. Teknik ustalığı ile dikkatleri üzerine çeken yönetmen Guillaume Nicloux, Dünyanın Sınırında filminin prömiyerini Cannes Film Festivali’nin Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yaptı. Yönetmen Guillaume Nicloux ve filmin başrol oyuncusu Gaspard Ulliel, Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda yapılan gösterimin ardından izleyicinin sorularını yanıtladılar.

Neden Vietnam ve Çinhindi savaşı ile ilgili film çektiğini sorulması üzerine yönetmen Nicloux: “Vietnam – Çinhindi benim için, çocuklarım için çok eskide kalmış bir hikâye. O zamanlarda yaşananlar bizim için hayal gibi. İnsanlar daha çok Vietnam savaşını biliyorlar tabii ki. Özellikle Amerika’nın katılımıyla çok daha fazla bahsedilen bir savaş. Savaşın Çinhindi tarafı Fransız askerlerin katılmış olmasına rağmen daha az bilinen, daha az bahsedilen tarafı. O yüzden çok bilinmiyor.” dedi.

Dünyanın Sınırında, yönetmen Nicloux’un Gérard Depardieu ile çalıştığı üçüncü film. Yönetmen bununla ilgili, “Depardieu ile dördüncü filmi de bitirdik. Kendisi çok büyük bir geçmişi olan bir oyuncu, çok sayıda sinema filmi var. Sinema yapmak istemiyorum deyip sinemasız yapamayan bir oyuncu. Buna rağmen dördüncü işbirliğini de yaptık” dedi.

Gaspard Ulliel ise filme hazırlanırken savaş psikolojisine nasıl girdiğini şöyle anlattı: “Guillaume ile çalışmak farklı bir deneyim. Özellikle film öncesinde çok fazla şey paylaşmak istemiyor. Hazırlıksız yakalanmayı, şaşırmayı, her şeyi çekim sırasında yaşamamızı istiyor. Sahneyi çekmeye gittiğimiz yeri, o gün o anda keşfedip, ilerisinde ne olacağını günbegün öğrendiğimiz bir çekim oldu.”

Nijeryalı seks işçilerinin hikayesi

Joy, filme de adını veren Nijeryalı bir seks işçisinin hikâyesini ele alıyor. Fiziksel ve cinsel şiddet içeren çok sert sahneleriyle dikkat çeken film göçmen seks işçilerinin içine düştüğü acımasız sömürü dünyasını beyazperdeye yansıtıyor. Yönetmen Sudabeh Mortezai, Beyoğlu Sineması’nda yapılan gösterimin ardından izleyicinin sorularını cevapladı.

Filminizde şiddeti doğrudan göstermediniz. İşlediğiniz konu itibariyle girdiğiniz çevre çok zor. Nasıl bir araştırma süreci geçirdiniz?

Planlama sürecinde de bu işi böyle yapmak istediğimi biliyordum: Kadınları nesneleştirmek istemedim, onları o şekilde göstermek istemedim. Tecavüz sırasında, şiddete uğradıkları sırada… Pek çok film iyi niyetle yaklaşıyor bu tür konuları perdeye aktarırken, fakat kadınları sergilemiş oluyor, onları birer nesne haline getiriyor. Ben bunu yapmak istemedim. Araştırma süreci ise zor başladı ancak onların arasına girerek güvenlerini kazanmaya başladım. Avusturya’daki Nijeryalı çevrelerde başladım önce, ardından İtalya’daki kadınlarla devam ettim. İtalya, Nijerya’dan seks işçisi olması için getirilen kadınların ilk vardığı noktalardan birisi. Daha sonra Nijerya’nın güneyinde, seks işçisi olmak ve Avrupa’ya gitmek için toplandıkları yere gittim.

Film Nijerya’da da gösterildi mi, orada nasıl bir tepkiyle karşılandı?

Film henüz Nijerya’da gösterilmedi. Nijerya’da sinemada göstermek de o kadar kolay bir şey değil çünkü pek fazla sinema yok. Sadece Lagos’da bir sinemada göstermek de filmin amacına uygun olur mu benim açımdan, bilmiyorum. Kadınların geldiği bölgelerde gösterilmesini isterdim, ancak böyle bir imkân yok. Ama şöyle bir şey oldu, filmi Netflix satın aldı. Filmi satın almaya karar veren yetkili de Nijeryalı bir kadın. O da filmi Nijerya’da göstermek, prömiyer yapmak istiyor.

Krikris’in ilk filmi: Garson

Garson, Steve Krikris’in yönetmen, tiyatro oyuncusu, senarist, reklamcı, festivalci kariyerinin ardından hazırlık aşaması 7 yıl süren ilk uzun metraj filmi. Kırklı yaşlarında, içine kapanık garson Renos’un sakin, son derece disiplinli, dakik ve rutin hayatı komşusunun ortadan kayboluşuyla bir anda baştan aşağı değişir. Cinemaximum City’s Nişantaşı’nda gerçekleştirilen gösterimin ardından Steve Krikris, izleyicinin sorularını cevapladı.

Daha önce Yorgos Lanthimos’un birkaç filminde oynamıştınız. Kendinizi Yunan Yeni Dalgası’na mensup görüyor musunuz?

Yorgos’la eskiye dayanan bir tanışıklığımız var. Bütçe yetersizliğinden ilk filmlerine tanıdıklarını dahil ediyordu hep. Ben de onun iki filminde oynadım. Onun filmleri diğer Yunan filmlerinden, Angelopoulos gibi mesela, o anlayıştan farklı. Bir yandan da bütçe yetersizliği onu yaratıcılığa yönlendirdi denebilir. Ancak aramızda bir benzerlik veya etkilenme yok. Tek ortak nokta ikimizin de filmlerinde rol alan oyuncu Aris Servetalis.

Filmin içinde gerilim de var kötülük de var ama film ne gerilim ne de kötülük hakkında.

Bir türe oturtmam gerekse filmi neo-noir (yeni kara film) olarak tanımlardım sanırım.

Filmi oluşturan fikrin kaynağı neydi?

80’lerin sonunda New York’ta, East Village’da oturuyordum. Dört katlı bir apartmanda. Çek bir komşum vardı. Öldürüldü. Katili de gördüm. Bu beni çok etkilemişti. Yıllar sonra bir senaryo atölyesinde bir konu belirlememizi istediler. Benim de aklıma yaşadığım bu olay geldi ve bunu senaryoya dönüştürmeliyim dedim kendime. Fikir bu olaydan çıkmadı, kıvılcım o atölyede parladı aslında.

Türkiye sınırında bir babanın hikayesi: Sevgili Oğlum

Sevgili Oğlum, Hedi filmiyle önemli bir çıkış yakalayan Tunuslu yönetmen Mohamed Ben Attia’nin ikinci uzun metrajlı filmi. Festivalin Genç Ustalar bölümünde gösterilen film, ilk gösterimini Cannes’da, Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yapmıştı. Gerçek olaylardan esinlenen film, DAEŞ’e katılmak için evden kaçan oğlunu aramaya giden bir babanın hikâyesini anlatıyor. Filmin gösterimine katılan yönetmen Mohamed Ben Attia, izleyicinin sorularını yanıtladı.

Son zamanlarda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yla ilintili epeyce fazla, benzer filmler görüyoruz. Bu acaba toplumda yaşanan gerçek hikâyelerden mi kaynaklanıyor yoksa sadece bir hikâye mi?

Öncelikle bu hikâyeyi yazdım. Evet, bu bir hikâyeydi. Fakat toplumun içinden olup olmadığı konusuna gelince, bütün bunları sinemaya uyarlamak ve sinema diliyle anlatmak gerekiyordu. Birçok festivale katıldık ve bu sorunların birçok ülkenin sorunu olduğunu gördük. Hangi ülkede yaşıyor olursak olalım, kendi mevcudiyetimizi; varlığımızı konuşuyor, onu sorguluyoruz. Aynı sorunları yaşarken, Tunuslular tarafından baktığım zaman herkesin bir beklentisi olduğunu görüyorum. Son derece sıradan bir aile olabilirsiniz, burada da sıradan bir aileyi betimledim. Ekonomik veya dini olmasından ziyade mesele biraz daha ideolojik bu filmde. İnsanlar iş ve aile sahibi olabilir ama derinden gelen bir şey vardır ve onu yadsıyamaz.

Yılanbalıkları ve kadınlar: Sargasso Denizi Mucizesi

Syllas Tzoumerkas’ın üçüncü filmi Sargasso Denizi Mucizesi, İncil göndermeleri, Lynch-vari psikoloijk draması ve yarattığı özgün görsel diliyle festivalin Mayınlı Bölge bölümünde gösterildi. Gösterimin ardından yönetmen Syllas Tzoumerkas izleyiciden gelen soruları cevapladı.

Filmdeki yılan balıkları ve Rita arasındaki bağlantıyı nedir?

Aslında bütün hikâye, yılan balıklarından ortaya çıktı çünkü Ege’den çıkıp okyanusa çok tehlikeli bir yolculuğa çıkıyorlar ve bu yolculuk boyunca müthiş bir dönüşüme uğruyorlar. Dolayısıyla yılan balıklarını iki kadın karaktere bir şekilde yansıtmak istedik. Buna en yakın olan kadın karakter de Rita idi çünkü dinozor diyebileceğimiz bu yaratıkların dönüşümüne ve yolculuğuna da en yakın olan kişi Rita. Tabii Elizavet de değişiyor ama onunki farklı.

Rüyada bir çiftin yanlarına ilginç kılıklı 3 kişi geliyordu. Onların hikâyesinin bir anlamı var mı?

O sahnede gördükleriniz; İsa, Meryem ve üç kral, aslında İsa’nın doğumunu temsil ediyor. Biz filmi kurgularken, hem cennetvari görüntüler hem de cehennemden çıkmış imgelerle dolu bir hayal dünyası kurmak istedik. Benim filmde en sevdiğim sahneler bu ve İsa’nın diriltme sahnesi.

Taşranın küçük bir noktasında iletişimsizlik, yalnızlık acaba başkent Atina’dan daha mı fazla?

Ben bir köyde büyüdüm. Köylüyüm yani. Dolayısıyla hem köy hayatını hem şehir hayatını gayet iyi biliyorum. Buradaki iki kadının ortak noktaları şu; ikisi de bir şekilde nerede olurlarsa olsunlar mutlu olamayacaklarını biliyorlar ve ikisi de ataerkil sistem altında eziliyor, bastırılıyorlar. Bir şekilde kaybettikleri onurlarını, kimliklerini ve kişiliklerini yeniden kazanma mücadelesi veren kadınlar onlar.

Şehir bir doğa harikasıyken aynı zamanda insanları hapseden bir yer gibi geldi. Karakterler de bir an sempatik gelirken sonrasında kötü görünüyorlar gözümüze. Bu zıtlığı hikâyeyi daha derinden işlemek için mi gösterdiniz?

Filmdeki karakterlerin her biri grinin tonlarındalar. Bir an çok karanlık, ruhsuz ve kötü göründükten sonra bir anda bir pırıltı sezebiliyorsunuz. Filmin karakterleriyle sunduğu bu gevşek ve dengesiz zemin hissini seviyorum. Bir yandan da bütün bu karakterler içlerindeki yaşama sevincini hissettikleri anda onunla beraber gelen bir acıyı da hissediyorlar.

Ulusal Yarışma ve Ulusal Belgesel Yarışması’nda gösterimler başladı

Festivalin hem Ulusal Yarışma bölümünde gösterilen hem de Seyfi Teoman İlk Film Ödülü için yarışan filmlerinden Kardeşler, yönetmen Ömür Atay ve film ekibinin katılımıyla Atlas Sineması’nda gösterildi. Film, birbirinin kaderini yaşamak zorunda kalan iki kardeşin hikâyesini anlatıyor.

Ulusal Belgesel Yarışması’nda ise dün Pera Müzesi Oditoryumunda iki filmin gösterimi yapıldı: Şiirsel diliyle Yaz Kış Demeden’in gösterimi yönetmen Zeynep Güzel, Ermenistan’dan İstanbul’a göçen Ermeni ailelerin yaşam mücadelesini ve çocuklarının eğitim alma gayretini anlatan ve yapımı sekiz yılda tamamlanan Tanrı Göçmen Çocukları Sever mi Anne?’nin gösterimi ise Rena Lusin Bitmez ve film ekiplerinin katılımıyla gerçekleşti.

Ulusal Yarışma filmleri hakkında detaylı bilgi için tıklayın.

Uluslararası Yarışma filmleri hakkında detaylı bilgi için tıklayın.

Köprüde Buluşmalar’da dün | Sinema sektöründe cinsiyet eşitsizliği: Peki ya şimdi?

Füsun Erikssen (Danışman / Danish Culture Institute), Mette-Ann Schepelern (Yönetmen), Seçil Seyfe (Pazarlama Müdürü / Dell), Delphyne Besse (Yapımcı / Urban Group), Ana Souza (Festival Programcısı / Sundance Film Festival), Ege Ortaçgil (Psikolog / Porta Eğitim), Karin Chien (Yapımcı, Dağıtımcı / dGenerate Films), Rebecca Green (Yapımcı / Dear Producer), Claudette Godfrey (Program Yöneticisi / SXSW), Helene Granqvist (Yapımcı / Nordic Factory Film) ve Cihan Aslı Filiz’in (Yapımcı / Bir Film) katılımıyla Köprüde Buluşmalar’da sinema ve diğer sektörlerdeki cinsiyet eşitsizliği tartışıldı.

Katılımcılar kendi sektörlerinden cinsiyet eşitsizliğine dair anekdotlar paylaştılar ve bunları aşmak üzerine fikir alış-verişinde bulundular. Katılımcıların çözüm bulmak ve farkındalık arttırmak için öneriler sunduğu etkinlikte tüm dünyada da kullanılacak bir kadın network’ünden bahsedildi.

Dogs of Berlin

Dogs of Berlin dizisinden yazar/yönetmen Christian Alvart, yapımcı Sigi Kamml ve oyuncu Felix Kramer Köprüde Buluşmalar’a konuk oldular. Panelde Berlin’in çok katmanlı yeraltı dünyasını gözler önüne seren dizinin yapım hikâyesi konuşuldu.

Fevkalade yanlışlardan öğrenmek

İsrail Film Fonu Yöneticisi Katriel Schory ve yapımcı Diana Elbaum, Köprüde Buluşmalar’da prodüksiyon sırasında sıkça yapılan yanlışları ve bu yanlışların nasıl bilgiye dönüştürülebileceğini tartıştı.

Festivalde günün filmlerinden:

Gözbebeğim | 19.00 | Rexx Sineması

Adaletsiz | 21.30 | Atlas Sineması ve Rexx Sineması

Festivalde günün belgesellerinden:

Cirkus Rwanda | 13.30 | Cinemaximum City’s Nişantaşı

Şehitler | 21.30 | Pera Müzesi Oditoryumu

Yukarı SB
error: Content is protected !!