Kısafilm

Kış Uykusu

Nuri Bilge Ceylan’ın bir sanatçı olarak sinematografik sürecinin başlangıcı Kasaba filmiydi. Bu filmden önce Koza isimli bir kısa film çekmişti. Taşranın sınırlı ortamını daha iyi hissettirdiğini düşündüğüm siyah beyaz renklerin biçimiyle oluşan ve minimalist olarak tanımlanabilecek Kasaba filminden bugüne, Ceylan’ın sinemasının izleğini sürerek Kış Öyküsü’ne bakmak lazım…

Kış Uykusu

Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan

Senaryo: Ebru Ceylan & Nuri Bilge Ceylan

Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki

Oyuncular: Haluk Bilginer, Melisa Sözen, Demet Akbağ, Ayberk Pekcan, Serhat Kılıç, Tamer Levent, Nadir Sarıbacak

Kurgu: Nuri Bilge Ceylan, Bora Gökşingöl

Yapımcı: Zeynep Özbatur Atakan, Remi Burah

Nuri Bilge Ceylan’ın bir sanatçı olarak sinematografik sürecinin başlangıcı Kasaba filmiydi. Bu filmden önce Koza isimli bir kısa film çekmişti. Taşranın sınırlı ortamını daha iyi hissettirdiğini düşündüğüm siyah beyaz renklerin biçimiyle oluşan ve minimalist olarak tanımlanabilecek Kasaba filminden bugüne, Ceylan’ın sinemasının izleğini sürerek Kış Öyküsü’ne bakmak lazım. Çünkü taşranın ve dolayısıyla feodalitenin ilişkilerinin egemen olduğu dünyayı, diğer yandan gelenekselle modernin arasına sıkışan yaşamları, çelişkilerini anlamak ve yansıtabilmek bir sürece ihtiyaç gerektiriyor. Bu bağlamda Kış Uykusu, bahsettiğimiz geçişin, belki de Ceylan’ın sinematografik sürecinin, yolculuğunun son halkasını mı oluşturuyor? Çünkü Kasaba filminde taşrada başlayan bu süreç, yelken açtığı küçük burjuva yaşam tarzını mercek altına alarak şehire yöneldikten sonra, Kış Uykusu’yla yoğun, kimi zaman zorlama diyaloglarına karşın dogmatizme kaçmadan, düzeyli bir estetiğin yamacında, başa dönerek taşrada noktayı koyuyor. Filmin ana karakteri Aydın, filmin sonunda nefes almak ya da aldırmak adına şehire, İstanbul’a dönme girişiminde bulunsa da artık şehrin, burjuva yaşam tarzının ve kapitalizmin şahikası İstanbul’un, kendi bitişiyle paralellik taşıdığını ayrımsayarak yaşamını taşrada noktalamaya karar veriyor.

Filmin konusu hakkında okuyucumuza bilgi iletmek istediğimizde karşımıza yalın bir öykü çıkıyor. Eski bir tiyatro oyuncusu olan Aydın, Kapadokya yöresinde babasından kalan malları devralarak, Othello isimli yöresel mimari dokusu olan bir oteli işletmektedir. Otelde genç ve güzel karısı Nihal ve kız kardeşi Necla ile birlikte yaşamaktadırlar. Oteli ise Hidayet ve Fatma çekip çevirmektedir. Yaşamlarında bir heyecan yoktur. Taşranın boğucu yaşamı ortama egemendir. Ama olay örgüsü ilerledikçe onlar için burasının bir sığınma, yaşama tutunma noktası olduğunu duyumsarız. Necla, kötü şeyler yaşadığı kocası Necdet’den ayrıldıktan sonra baba yadigarı mekana sığınmıştır. Aydın yaşanmamış bir gençlik, parlak olmayan oyunculuk kariyeri sonrasında yarı aydın kimliğinin etkisiyle de kibirli, mesafeli ve üstten bakan tavrıyla sığınacak başka yer bulamamış, genç karısının ise ona ve bu mekana sığınmaktan başka çaresi kalmamıştır. Diğer yandan filmin öne çıkan diğer karakterleri İsmail ve kardeşi caminin imamı Hamdi, anlatılmak istenen dünyanın,Ceylan’ın aynı zamanda yaşadığı ülkeye ilişkin saptamalarının, tespitlerinin taşıyıcı unsurları olarak ortaya çıkmaktadırlar. Aydın ve ailesi, sanki her geçen gün değerleri yok olan ve tutunma sorunuyla karşılaşan Cumhuriyet aydınlarının ve toplumun modern olarak tanımlanan kesitinin (diğer bir deyişle beyaz Türklerin) metaforunu oluşturuyorlar. Bu algılamaları yansıtmada ise başta Demet Akbağ ve Melisa Sözen’in başarılı ve gerçekçi oyunlarının, Haluk Bilginer’in oyunculuktaki deneyiminin önemli katkıları söz konusu. Canlandırdıkları rollerde Tamer Levent ve Serhat Kılıç’ın da katkılarını anmadan geçmek ise haksızlık olur.

Kış Uykusu, bir çeşit uyku olan inziva yaşamına göndermeleri ve ine benzeyen peri bacalarını mekan olarak kullanımıyla bize farklı açılımlar hakkında düşünme olanakları yaratıyor. Fiziksel anlamda da kış görüntüleri yaşama dair bitişi simgeleyen bir rol üstlenirken, Ceylan, filminin satır aralarına yerleştirdiği dipnotlar aracığıyla doğu ve batı çelişkisi üzerine de seyircisini düşündürtmek istiyor. Doğuda, Batılı değerlerin ve kurumların öncelikli hükmü olmadığının, yaşamın başka değerlerin üzerinde döndüğünü, öyküsü ve karakterleriyle bize taşıyor. Yaşadığı ülkenin sosyal ilişkilerine yüzeysel ve sert bir bakış açısıyla yaklaşan Aydın karakterinin özelinde, doğunun değerlerini ve kültürel geçmişin mirasını unutmak isteyen Cumhuriyet aydınlarına ve ideolojisine eleştiri getiriyor. Aydın ve ailesi içinde farklı olan tek kişi ise karısı Nihal’dir. O da apolitik kimliği ile, bazı şeyleri hissetmesine karşın anlamakta zorlanan ve Aydın’ın aynı zamanda içinde barındırdığı doğulu genetiğinin çelişkisinin sembolü de olmaktadır.

Ceylan filminde, karakterleri aracılığıyla vicdan, ahlak, ilkeli olmak, kötülük, ideal gibi kavramlar hakkında tartışmalar açar. Aslında film bu yönüyle Emre Kongar’ın Cumhuriyet gazetesindeki makalesinde belirttiği gibi yaşamın temel dinamiklerini sorgulamaktadır. “Film esas olarak insanlararası ilişkiler, çelişkiler ve bu ilişkilerle çelişkilerin sorgulanması üzerine kurgulanmış” (Kongar:17.06.2014, 3)… Bu kavramların seçilmesi tesadüfi değildir. Bunlar insanı insan yapan temel değerlerdir. Kongar hatta film hakkındaki açık beğenisini daha da ileriye taşıyarak filmi “sadece sinemaseverlerin değil, edebiyat ve felsefe meraklılarının da mutlaka görmesi gereken bir film!” olarak niteler.

Yukarıda örnek verilen alıntı da Ceylan’ın filminin önemini ve sahip olduğu katman derinliğine yabancı kalmamak gerektiğini hatırlatıyor. Ceylan’ın filmine, salt ülkemiz gerçeklerine gönderme yaparak yaklaşmak gerekmiyor. Bu film özünde, insanı insanla, insana anlatma başarısında, ülkemiz sinemasının bütün zamanları içinde özgül bir ağırlık taşıyor. Ceylan’ın mesafeli, soğuk tutumunun, yakından tanıdığınızda öyle olmadığını düşünseniz de ilk bakışta yüzünün kıvrımlarında yer alan alaycılığına ya da hüzün demek daha mı doğru olur, ifadelerine baktığınızda, filmlerinde ortaya koymaya çalıştığı karakterlerin, onun yaşamından da izler taşıdığını düşünüyorsunuz. Sinema yaşama, en parlak aynayı tutan sanatların başında geliyor. Çünkü doğada, aklıyla diğer canlılardan ayrıldığı söylenerek ayrıcalıklı bir yere oturtulan, ama buna karşın pek çok zararlı davranışa, keskin çelişkilere de sahip olan insanı, en başarıyla anlatan sanatların önünde geliyor.

Kış Uykusu filminin yoğunlaştığı temen kavramlardan biri ise yalnızlık. Ceylan, karakterlerinin ilişkileriyle yalnızlık kavramı ve onun yakıcılığı hakkında başarılı yansıtmalarda bulunurken, Aydın’ın İstanbul’a gidemeyip de arkadaşı Suavi’nin evinde, öğretmen Levent ile birlikte içtikleri gecede diyaloglara yüklenen bir ağırlıkla yalnızlık olgusu yalın olarak öne çıkıyor. Bu bağlamda baştan itibaren insanı anlatmaya soyunan film, yaşamın anlamını da yalnızlık bağlamında açıktan sorgulamaya başlıyor. Aslında yaşamın anlamını sorgularken insanı da sorgulayarak bu diyalektik ilişki hakkında Emre Kongar’ın yukarıda örnek verdiğimiz yazısında belirttiği gibi neredeyse bir “film roman” oluyor.

Nuri Bilge Ceylan’ın profesyonel fotoğrafçılık geçmişi, onun filmlerini estetik açıdan her zaman farklı kılmış, yetkin aydınlatma tasarımı ve görüntü yönetimini öne çıkarmıştır. Son yıllarda sinemamızda görüntü yönetmeni olarak istikrarlı yükselişini sürdüren Gökhan Tiryaki, Kış Uykusu’nun görsel dünyasının, biçiminin filmin özüyle sağlıklı bağlantılar içermesinde önemli bir rol üstleniyor. Ülkemizde artık neredeyse çekilen filmlerin tümü, digital cinematography olarak gerçekleştiriliyor. Pelikülün ve film kameralarının ince tonlu, keskin ve geniş alan derinliği içeren görüntüleriyle karşılaştırıldığında, sayısal kameraların erken dönem örnekleri uzun metrajlı film çeken yönetmenler için nispeten ucuzluğu dışında, bir alternatif teşkil etmiyordu. Bugün ise durum değişti ve 4, 6 K’lık sayısal kameralar film kamerasında kullanabilen aksesurları ile öne çıkar oldu. Jenerikte de belirtilen Anton Cehov öykülerinden uyarlanmıştır ibaresi, Cehov’un melankolik dünyası, Ceylan’ın Kış Uykusu’nda da, Gökhan Tiryaki’nin yetkin aydınlatma tasarımı ve görüntü kompozisyonlarıyla da bu filmi, ayrıcalıklı filmlerin arasına yerleştiriyor. Cannes Film Festivali’nde daha önce de ödüller kazanan Ceylan, içerik ve biçimin olgun bir örneği olan Kış Uykusu’yla, sinema dünyasının en prestijli ödüllerinden biri olan Altın Palmiye’yi, Şerif Gören’in yönettiği ve Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı “Yol” filminden sonra ikinci kez ülkesine kazandırdı.

Bülent Vardar

1961, Ankara doğumlu. 1983 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü, Sinema-TV-Fotoğrafçılık Ana sanat Dalı'ndan mezun oldu. Aynı üniversitede Yüksek Lisans, Marmara Üniversitesi'nde Sanatta Yeterlik yaptı. 1989 yılında yaptığı “Gemi Adamları”, 1991 yılında yaptığı “Geleneksele Dönüş” (TRT 2, İZ TV), 2002 yılında yaptığı “Zührap Usta” (CCN TÜRK) adlı belgesel filmleri yönetmiştir. 2000 yılında Beta Yayınevi tarafından basılan “Sinema ve Televizyon Görüntüsünün Temel Öğeleri”, “20.YY’ın Son Beş Yılında Türk Sineması” (2015), “Sinemada Ses ve Müzik”, “Yaşama Sarılmış Bir Serüven Tuncel Kurtiz (2010), “Ediz Hun” (2012) ve “Bir Sinema Arkeoloğu Burçak Evren” (2012) isimli kitapları bulunmaktadır. Sinema konusunda pek çok film eleştirisi ve makalesi bulunan Vardar, ayrıca film, reklam filmi, televizyon yapımı ve reklam/tanıtım fotografı alanında görüntü yönetmenliği ve aydınlatma tasarımı çalışmaları; Ferhan Şensoy'un "Varsayalım İsmail" dizisinin Işık yönetmenliğini de yapmıştır. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sinema-TV Bölüm Başkanlığı, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Müdürlüğü ve Okan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı olarak görev yapmış ve halen Beykent Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema (TR) Bölüm Başkanı olarak çalışmaktadır. [ Bütün Yazılar ]

Yukarı SB
error: Content is protected !!