KABUS SOKAĞI (NIGHTMARE ALLEY)
Yönetmen: Guillermo del Toro
Görüntü Yönetmeni: Dan Laustsen
Senaryo: Guillermo del Toro, Kim Morgan
Oyuncular: Bradley Cooper, Cate Blanchette, Toni Collette, Willem Dafoe, Richard Jenkins, Rooney Mara, Ron Perlman, Mary Steenburgen ve David Strathairn
Müzik: Nathan Johnson
Yapım Yılı ve Süre: 2021/150 dk.
Amerikalıların gündeminde özellikle Donald Trump’ın Başkan olmasıyla öne çıkan Meksikalı göçmenlere dair söylemlere adeta nispet yaparcasına, ticari sinemanın kalesi Birleşik Devletler de Meksika asıllı Yönetmenlerin başarısı prestijli ödüllere uzanan filmlerle dikkat çekiyor. Önemli filmlere imza atmış isimlerden Yönetmen Guillermo del Toro’nun son filmi de bu seçkin örneklerden. Bafta ödüllerine 3 dalda aday gösterilmesi de bu görüşümüzü pekiştirir nitelikte.
İkinci Dünya savaşı öncesinde büyük bir ekonomik buhran yaşayan ve bu ekonomik çöküşün milyonlarca insanın ölmesine ve büyük acılar çekmesine neden olan İkinci Dünya savaşını da tetiklemesiyle acılarla yüzleşen Amerikan toplumu, savaş sonrası gelen göreceli refah dönemine kadar yaşanan oldukça sıkıntılı bir dönemi geride bırakır. İkinci Dünya Savaşının Amerika ekonomisine olan olumlu katkısıyla bir süper güç haline gelen bu göçmen ülkesinin suçlarla dolu kırılgan tarihi günümüzde dahi sinema için önemli bir arşiv niteliğindedir. Romanlara ve öne çıkmış yönetmenler elinde şekillenen filmlere ilham kaynağı olmuş bu sosyolojik arşivden etkilenilerek bu defa, kontrolsüz hırsın esiri olan karizmatik bir sahtekâr hakkında 1946’da yayınlanan romana dayanan bir senaryo şekilleniyor.
William Lindsay Gresham’ın romanından uyarlanan Guillermo del Toro ve Kim Morgan’ın senaryosuyla 1930 ların sonuna doğru İkinci Dünya Savaşı öncesi Amerika atmosferinde geçen bir öyküye başarıyla ışınlanıyoruz. Filmdeki bir replikten faydalanarak başlayalım. Güzel dişleri olan bir Oklahamalı ve yakışıklı bir adam olan Stanton Carlisle (Bradley Cooper), işlediği kişisel suçun etkisiyle yollara düşmüştür. Anılarından kaçarken tesadüfen yoluna çıkan gezici bir karnavalda vakit geçirir. Kaçak girdiği bir gösteride dikkat çekecek ancak aniden patlayan fırtınanın etkisiyle burada iş bulacaktır. Bir miktar para kazanarak sıcak bir banyo yapmak üzere girdiği evde, yaşını almış fettan falcı Zeena’nın (Toni Collette) gönlüne girecek ve kendisini Zeena ve onun medyum eşi Pete’e (David Strathairn) sevdirerek şovlarına dahil olacaktır. Bu işte deneyim kazanarak, yakışıklılığı ve zekası sayesinde panayırda Elektra adıyla “her miktarda voltajı emebilen kadın” gösterisini yapan güzel ve saf Molly’nin de (Rooney Mara) kalbini çalarken, Pete’in öğütlerine uymayarak onun sır gibi sakladığı not defterini ele geçirecek, tüm uyarılara karşın bu bilgileri kendi becerisiyle birleştirerek 1940’ların New York sosyetesinin paralı seçkinlerini dolandırmak için kullanacaktır. Ancak ünü ve geliri artarken, her sahnenin farklı seyircisi olduğunu anlayacak ve bir sahne şovu esnasında kendisini sıkıştıracak şekilde sorular yönelten gizemli psikiyatrist Dr. Lilith Ritter ile yolları kesişecektir. Ancak bu sınavı başarıyla atlatan ve yeteneği sınırlı eşi Molly’nin (Rooney Mara) sabır ve sadakatle desteklediği Stanton, ilişkiye de girdiği Lilith Ritter yardımıyla tehlikeli bir oyuna soyunacak ve kirli işlere bulaşmış bir iş adamının (Richard Jenkins) teklifini kabul ederek onu dolandırmayı planlayacak ancak gelişen olaylar bambaşka bir sonuç ortaya çıkartacaktır.
Sinema kuramcılarının ısrarla altını çizdiği gibi, kurmaca ve bir atmosfer yaratma sanatı olan sinema, bazı yönetmenlerin elinde farklı anlamlar kazanıyor. En son ‘Suyun Sesi’ (Guillermo del Toro 2017) filmiyle prestijli Akademi Ödülüne uzanmış Yönetmen, temiz bir işe imza atmış. Kolaylıkla sıradanlaşabilecek bir hikayeyi 150 dakikalık uzun süresine karşın başarıyla anlatıyor. Adeta sinema böyle yapılır diyerek. Bu noktada başarılı görüntü yönetimi ve yapım tasarımının da altını dikkatle çizmek gerekiyor. Özellikle dönem filmlerine soyunan ülkemiz sinemacılarına, endüstrinin beşiği Amerika’da bu işin ne denli doğru yapıldığını örneklemek bakımından del Toro’nun filmi güçlü bir seçenek haline geliyor.
Görüntü Yönetimi ve yapım tasarımı bakımından hemen öne çıkan ve söylemini bu unsurlarla pekiştiren bir film izliyoruz. Adeta ‘Arthouse’ sinemaya göndermede bulunurcasına yerli yerinde ve uygun tabirle usta işi bir yapım beyaz perdede akıp gidiyor. Her ne kadar abartılı ve görece kıyıda kalmış, hırslı ve entrikacı bir ‘femme fatale’ karakterle karşımıza çıksa da, Cate Blanchett başta olmak üzere öne çıkmış oyuncuları, kusursuz performanslarıyla bir kabus ve korku filmini değil, bir hırs ve dolandırıcılık öyküsünü ete kemiğe büründürüyorlar. Özellikle yan karakter de olsa Zeena rolünde ilgi uyandıran Toni Colette ilerleyen yaşına karşın hala varım derken, Ejderha Dövmeli Kız (David Fincher 2011), Carol (Todd Haynes 2015) gibi filmlerdeki performansları kolayca akla gelen Rooney Mara, çalıştığı panayırın, ucuz sahtekarlıklarla ayakta kalan dünyasının namus timsali yüzünü canlandırırken, Carol’daki rol arkadaşı Cate Blanchett ile bir defa daha yan yana geliyor. Önemli filmlerle öne çıkmış Willem Dafoe, yaratıkları sergileyen panayırcıyı canlandırıyor. Adeta ders verircesine kısa sekanslarla tekrarlanan alt metinler ve insana dair mesajlar farklı okumalar yapmayı da gerektirmiyor. Medyum Pete’in kötülükleri tetiklemesinden korktuğu için kendisinden dahi uzak tuttuğu ve mesleki dolandırıcılık sırları içeren not defterini, Pete’in soru işareti uyandıran ölümü sonrası eşi Zeena’dan alan Stanton acaba cezalandırılıyor mu sorusu da aklımıza takılan bir detay haline geliyor.
Kuşkusuz bu noktada değinilmesi gereken alt metinlerde var. Hiç olmak ve insana her yanlış adımı cesaretle atmak imkanı sağlayan vahşi yoksulluk ve çaresizlik, kapitalist sistemin kalesine yönelik bir eleştiriyi de usulca filme yerleştiriyor. Yoksullukla zenginlik arasındaki derin uçurumu gözler önüne seren sahneler aslında hayat adını verdiğimiz ve asırlar boyunca tekrarlanan bu illüzyonun hiç değişmeden devam ettiğini bizlere bir defa daha hatırlatıyor. Güç ve para kazanmak üzere işlenen suçlar ve bunların doğurduğu derin vicdan azabını gidermek üzere içine düşülen kısır döngü insanoğlunun zaaflarını başarıyla öne çıkartıyor. Bu noktada kandıranın mı yoksa kandırılanın mı suçlu olduğu da filmin başarıyla altını çizdiği kavramlardan.
Farklı vizyonu olan bir Yönetmen elinde, deneyimli ve şöhretli oyuncularıyla ve adeta sinema böyle yapılır dercesine kotarılmış, kadrajları ve atmosferiyle ‘Kabus Sokağı’ gösterimdeki filmler arasında önemli bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor. Başarılı Yönetmen Guillermo del Toro filminde kendi üslubuyla görsel bir hikaye anlatıyor, bizlere de koltuğumuza yerleşerek beyaz perdedeki bu illüzyona seyirci olmak düşüyor.
Hikmet Vardar