Ford V Ferrari – Asfaltın Kralları
Yönetmen: James Mangold
Senaryo: Jez Butterworth, John-Henry Butterworth
Oyuncular: Matt Damon, Christian Bale, Jon Bernthal
Görüntü Yönetmeni: Phedon Papamichael
Kurgu: Elliot Greenberg
Müzik: Max Aruj, Steffen Thum
Yapım Yılı ve Süre: 2019/152 dk.
Bazı filmlere Türkçe adlandırmalar yapılırken birçok faktörün göz önüne alındığı anlaşılıyor. Dünyanın iki dev ancak farklı konseptleri olan otomobil üreticisinin Ferrari ve Ford markalarını bir filmin tanıtımına koymak ne denli yasal zorluklar yaratıyor bilinmez ancak bu iki dev markanın yerine ‘Asfaltın Kralları’ gibi ‘sade suya tirit’ bir adlandırmayı açıkçası anlamakta zorlanıyorum.
Amerikalı sinema ve televizyon yönetmeni, senarist ve yapımcı James Mangold, Amerikan otomobil devi Ford firmasının yakın tarihe damga vurmuş ve zorlu Le Mans yarışını kazanan ilk ve tek Amerikan yapımı otomobil olarak tarihe geçmiş ikonik modeli GT40’ın üretiliş nedeni ve öyküsünü masaya yatırıyor. Bu bağlamda günümüze değin başarıyla devam eden ve prestijli Mustang modellerine adını veren Carroll Shelby ve Ford birlikteliğinin de başlangıç öyküsünü izliyoruz. Cobra modeliyle dünya otomobil tarihine geçmiş Carroll Shelby üretimi Mustang modellerinden olan, 1967 Shelby Mustang GT500, 1974 H.B.Halicki imzalı ’60 Saniye’ filminin 2000 yılında yeniden çekilen, baş rollerinde Nicolas Cage, Angelina Jolie, Robert Duwall gibi önemli oyuncuların yer aldığı ve Yönetmen Dominic Sena imzalı ikinci filmine ‘Eleanor’ adıyla damgasını vurmuştu.
Film Le Mans’da şampiyon olan Shelby nin kalbindeki sorun nedeniyle artık yarışamayacak olduğunu öğrenmesiyle açılıyor. Butik bir spor araba üreticisi olarak yaşamını sürdüren Shelby, Lee Iacocca’nın (Jon Bernthal) tavsiyeleriyle zor durumdaki Ferrariyi almaya çalışan 2. Henry Ford’un, ‘kurt İtalyan’ üretici Enzo Ferrari tarafından, Fiat’la pazarlık için kullanılması ve hakarete uğraması sonucu, Le Mans’da Ferrari’yi alt edecek bir otomobilin üretimi için talimat vermesi ve kesenin ağzını açmasıyla Ford GT40 modelinin geliştirilmesi için göreve getiriliyor. Böyle iddialı bir modeli geliştirmek ve sürmek para kadar bunu yapabilecek yetenekte bir isimde gerektiriyor. Bu noktada Shelby, yakın dostu, ancak geçimsiz ve sert karakterli yarışçı ve yetenekli otomobil mekaniği Ken Miles’ı (Christian Bale), düzenli bir geliri olan iş bulması için baskı yapan karısına rağmen beraber çalışmaya razı ediyor. Bu noktadan itibaren film, Ford üst düzey yönetimi ve Carroll Shelby ile asi karakterli sürücü ve mekanik Ken Miles’ın Le Mans başarısına kadar sürecek mücadelesine odaklanıyor. Bu süreç sonunda, Ken Miles dahi ikna edilerek büyük bir başarı elde edilse de her şey mutlulukla sonuçlanmayacak ve bu tehlikelerle dolu mekanik sporda hep olduğu gibi başka bir drama imza atılacaktır. Bu noktada otomobilden ve sürücüden çok iyi anlayan bir patronla, para ve gücün şımarttığı bir sanayici arasındaki önemli farkı, Yönetmen James Mangold birkaç kısa sekansla vurucu bir biçimde özetleyiveriyor.
Savaş sonrası dönemde atağa geçen Alman ve İtalyan üreticilerin prestijli markalarının, ülkelerinin tanınmasına ve savaştan büyük yıkımla çıkmış bu ülkelerin ekonomilerine olan katkısı ve yine Amerika’dan savaş sonrası aldığı desteği endüstrisini toparlamak için başarıyla kullanan ve ekonomik araçlarla dünya otomotiv endüstrisine damga vuracak olan Japonya’nın otomotiv sektöründeki başarısının kilometre taşlarının nasıl yerine koyulduğu hakkında da, patronlara endeksli Ford ve Ferrari kapışması bir ipucu haline geliyor. Geçtiğimiz yıllarda Volkswagen markalı araçlara emisyon değerlerinde sahtecilik yapıldığı gerekçesiyle Birleşik Devletlerde uygulanan ceza ve kısıtlamalar, Japon ve Avrupalı otomobil üreticileri karşısında zor duruma düşen Amerikan otomotiv endüstrisinin, ülkenin zor zamanlarında sağladığı katkının adeta bir tür karşılığı olarak, devlet desteğiyle ayakta durmak çabası olarak da değerlendirilebilmektedir. Silahlara olan merakı ve ailesine karşı da sergilediği hoyrat tavırlarıyla tanınan Henry Ford, kısa bir sekansta bu duruma da açıklık getiriyor.
Film bir sekansa sıkışsa dahi, ana mesajını iki patronun profili üzerinden özetliyor. Bir yanda tutkulu, safkan süper otomobil üretmek için her yolu deneyen, işinin ehli bir patron, diğer yanda otomotiv sektöründe Amerika’nın en büyük ve güçlü sanayi imparatorluğu’nun egosu yüksek, etrafı ofisteki konumlarını her şeyden üstte tutan şık beyaz yakalı yöneticiler tarafından kuşatılmış, teknik detaylardan uzak, satış rakamlarına odaklanmış aileden gelen patronu. Filmin dramatik kurgusunun bu noktada şekillendiğini, görüyoruz. Bir başka tanımla aslında kapışanlar otomobiller değil, patronlar ve işi yapan teknik kadro ile strateji peşindeki yöneticiler oluyor. Dolayısıyla asfaltın krallarının arabalar mı yoksa patronlar mı olduğu sorusu da filmin bir anlamda cevap aradığı esas mesele haline geliyor.
Ferrari böyle bir bakış açısına nasıl cevap verir bilinmez ancak bu noktada bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor. Ürettiği otomobiller halen dünyanın en prestijli süper araçları olan, Formula 1 gibi vitrindeki bir mekanik sporda yıllardır başarıyla mücadele eden ve performanslı süper otomobil pazarının prestij lideri halindeki bu markayla, geniş bir yelpazede her türlü aracı üreten ancak bir otomotiv devi olmasına karşın GT40 ve Mustang dışında spor otomobil pazarında ağırlığı olmayan Ford markasını yanyana getirmek dahi bir anlamda haksızlık oluyor. Üstelik Ford’un başarısının altında Carroll Shelby ve GT40’ı geliştirmek üzere yaptığı testler sonucunda yaşamını kaybeden Ken Miles’ın üstün yeteneklerinin olduğunu da hatırlatmak gerekiyor.
Teknik bakımdan Hollywood sinema endüstrisi işi şansa bırakmıyor. En güçlü olduğu konuda adeta gereğini yerine getiriyor. Sinematografi kuramında yer alan başlıklara örnek teşkil edecek kadrajları, özel efektleri ve kurgusuyla teknik olarak aksamayan ve sırıtmayan bir film izliyoruz. Filmin temposu, dramatik kurgusu ve asıl yıldızı Ford GT40 filme damgasını vuruyor. Doğal olarak böyle projelerin hayata geçirilmesinde her zaman ihmal edilen, terini ve hayatını bu işe adayanların temsilcileri olarak Nielsen ve Amerikan Muscle Car tarihinde önemli yeri olan, vizyon sahibi mühendis, Ford Mustang ile büyük bir başarıya ve Ford’dan kovulduktan sonra Chrysler’in başına geçerek müthiş bir kurtarma öyküsüne imza atmış Lee Iacocca gibi isimler filmin öne çıkan karakterleri. Her ne kadar Ferrari Ford kavgasına yoğunlaşmış gibi görünse de, film, dünya otomobil tarihinin yakın geçmişine de bir anlamda ışık tutuyor.
Özgün adıyla Ford Ferrari’ye karşı, otomobil severler ve özellikle günümüzün en değerli klasiklerinden sayılan ikonik Ford GT40, Carroll Shelby ve Ford Motor şirketinin on yıllardır devam eden ilişkisinin temelini merak edenler için ilginç bir film haline geliyor. Kuşkusuz bu geliştirme projesi esnasında hayata veda eden, sert, tutkulu ve yetenekli sürücü, mekanik dehası Ken Miles’ın öyküsüde filmin dramatik kurgusuna büyük katkıda bulunuyor. Spor otomobilleri seven sinema tutkunları için, Ford GT40’ın öyküsünü izlemek dahi bu filmi seyretmek için geçerli bir neden olacaktır. Motor sporlarının karakterini beyaz perdeye yansıtan ve aksiyonun tempo düşürmediği bu film, vizyondakiler arasında ilginç seçeneklerden birisi haline geliyor.
Hikmet Vardar