Kısafilm

Fikret Bey

Sanat, yaşamı ve insanı anlatır…

FİKRET BEY

Yönetmen: Selma Köksal

Senaryo: Necla Algan, Selma Köksal

Diyalog Yazarı: Necla Algan

Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuşçu

Kurgu: Ulaş Cihan Şimşek

Müzik: Süleyman Alnıtemiz

Oyuncular: Erol Keskin, Fuat Onan, Gökçe Algan, Metin Arslan

Yapım: Oyuncular Film Yapım / 2006

Sinema sanatını üstün kılan yanlardan biri yaşam gerçekliğine en etkili ayna tutan sanatlardan olmasıdır. Sinema, malzemesi gereği gerçekle çok yakın bir ilişki zemininden hareket eder. Sanat, yaşamı ve insanı anlatır. Bunu ise en etkili anlatan sanatların başında gelir sinema. Fikret Bey, Selma Köksal’ın ilk uzun metrajlı filmi. Selma Köksal, aynı zamanda bir akademisyen, diğer yandan ise konservatuvar mezunu bir tiyatro yönetmeni ve oyuncu. Kendisini Yüksek Lisans ve Sanatta Yeterlik yaptığı Marmara Üniversitesi GSE Sinema-TV Anasanat Dalı’ndaki eğitim süreci döneminden beri tanıyorum. İlk kısa filmleri “Karşılaşma” (2000) ve “Çarpışma” (2002) yı ilgiyle izlemiş; özellikle “Çarpışma” da oluşturduğu sinema duygusu ve oyunculuk yönetimini ilgiye değer bulduğumu anımsıyorum.

Köksal, ilk uzun metrajlı çalışmasını kendi yaşamının izlerini de takip ederek gerçekleştirmiş. Fikret Bey’in, Cumhuriyetin bağımsızlık fikrine inanmış aydın bir girişimci, sanayici olarak portresini yansıtmaya çalışan Köksal, aynı zamanda ulusal küçük burjuvazinin temsilcilerinden birinin de yaşamına ayna tutmaya çalışıyor ve filmi aracılığıyla bize, seyirciye bir dizi soru sordurmayı amaçlıyor. Köksal, filminde Fikret Özsoy isimli bir işadamının yaşamının bir gününden, 13 Ekim 1988 gününden yola çıkarken, bu arada onun bir ömre sığdırdığı  tanıklıklarını da bir güne sığdırmaya çalışarak bize aktarıyor. İflas etmiş ve işini kaybetmiş olan yaşlı adamın, 12 Eylül’ün karanlık döneminde oğlu sürgün durumuna düşmüş ve yaşlı adam onu beş yıldır görememiştir.

Sinemayı, diğer sanatların bir adım önüne geçiren ve onu kitlesel anlamda güçlü kılan özellikleri, görsel ve işitsel bir sanat olmasından kaynaklanır. Kameranın yaşamı yansıtmadaki gerçekliği, kitlelerin gözünde sinemayı popüler kılmaktadır. Şüphesiz bu tanımlamalarımız ana akım sinema için geçerlidir. Yaşama, insan ilişkilerine farklı bir perspektiften yaklaşmaya çalışan sanat sineması ve bağımsız sinema örnekleri bu bağlamda kitlelerin ilgisine mazhar olamaz.

Fikret Bey, minimalist bir sinema anlayışıyla bağımsızlık olgusu sınırları içinde yapılmış bir film. Selma Köksal, filmi çekmek için gereksinme duyduğu koşulların sınırlı olmasından dolayı, öyküsünü daha ekonomik koşullarda kotarabilmek için tek mekanın sınırları içine çekmek zorunda kalmış. Sınırlı bir mekana, atmosfere bağlı kalarak film çekmek zor bir eylemdir. Kolaylıkla teatral anlatımın tuzağına düşer, filmin iç labirentlerinde kaybolmaya başlayabilirsiniz. Fikret Bey de kısmen bu tuzağın içine düşüyor. Köksal, filmini Fikret Bey’in günlerini geçirmekte olduğu eski fabrikasına gelmesiyle başlatıyor. Fikret Bey, metruk bir hale gelmiş fabrikayı artık işletemez duruma gelmiş ve kiraya vermiştir. Ayrıca elektrik giderleri vb. giderler de sorumsuz bazı kiracıları yüzünden onun için ciddi sıkıntılar yaratan bir hal almıştır. Fabrika mekanı köhnemiş, yaşlanmıştır, tıpkı onun gibi. Üretim süreci, ekonomik ilişkiler değişmiş, yaşam değişmiştir. Fikret Bey ise değişen bu koşullara ayak uydurmamıştır. Hala daha kiralık bir evde oturmaktadır. En yakın adamı ve sırdaşı, fabrika bekçisi Mehmet’tir. Diğer yandan üniversite çağında olan ve babasına içten bir sevgi ve ilgiyle bağlı olan kızı Zeynep ise sanki onu yaşamda tutmaya çalışmaktadır.

Fikret Bey filmi, yukarıda da yinelediğimiz gibi sınırlı bir mekana bağlı kalarak öyküsünü anlatan bir film. Yönetmen Selma Köksal ve senaryo yazarı Necla Algan’ın yaşamlarından izler taşıyan bu filmin ana karekteri Fikret Bey, aynı zamanda bir alegoriyi temsil ediyor. O filmde sadece bir kimlik, bir karekter değil; aynı zamanda Cumhuriyetin büyük bir kısmına tanıklık eden ve inandığı değerlerin hızla erozyona uğradığını görerek umutsuzluğa kapılan aydınlanmış insanların temsilcisi. Umutlu bir aydınlanma projesinin uğradığı yenilgiye, kendi yenilgisiyle tanıklık eden bir vatansever. Onun da yaşamı ülkemizde ki değişimlerden payını almıştır. Türkiye’de sanayicilik bağlamında önemli çalışmalara imza atan bir girişimciyken, zamanında fabrikasının bahçesinde ürettiği kazanları depolayacak yer bulamazken, şimdi günü kurtarmaya çalışan ve elinde anılarından başka fazla bir şey kalmamış olan yaşlı bir adama dönüşmüştür. Yaşam değişmiş ve onun direnmesine aldırmadan her yandan saldırıya geçmiştir. O da zaten ucunu bırakmıştır yaşamın, fazlaca direnemeden. Köpeği prenses bile belediyenin zulmünden kurtulamamış, belediye görevlileri tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. Sonunda yaşlı adamın yüreği 13 Ekim 1988 gününden dört ay sonra durmuştur.

Filmin öncelikle, temiz bir aydınlatma ve görüntü tasarımıyla kotarıldığını söylemek gerekir. Görüntü yönetimi açısından ise akıllarda kalan bir çelişki ise, gündüzden geceye gün dönümünün aydınlatma aracılığıyla ve renklerle yeterince yansıtılamaması olarak göze çarpıyor. Selma Köksal’ın filme ilişkin oluşturduğu en önemli başarının, tek ve kapalı bir mekana bağlı olan bu sınırlı dünyayı ve ilişkilerini bize anlatmada belli bir sinema dilini yaratması olduğu söylenebilir. Fakat, kamera kullanımı ve kurgudan kaynaklanan bu başarının filmsel zamanı kullanmakta ve oyunculuk açısından aynı başarıyı yansıtabildiğini söyleyebilmek kolay değil. Değerli ve usta oyuncu Erol Keskin, Fikret Bey karakterine amiyane tabiriyle fizyonomisi ve kılık kıyafetiyle cuk oturmasına karşın; sanki oynarken bir yabancılaşmadan kendisini alıkoyamıyor. Zaman zaman kamerayla istem dışı göz teması kuruyor ve kısmen teatral oyunculuk tanımlaması içine düşüyor. Aslında bu durum sanırım büyük ölçüde Fikret Bey karakterinin, eldeki koşullar gereği sürekli konuşarak kendini anlatmak zorunda kalmasından kaynaklanıyor. Böyle bir durumda ise diyalogların ekonomik bir şekilde kullanılması söz konusu olsa bile, filmde anlatılmak ve söylenmek istenenlerin ne kadarının seyirciye geçebileceği konusu da akıllara asılı kalıyor. Şüphesiz son tahlilde, yönetmenin tercihlerine saygı duymak gerekir. Ama bu tercihler, sinema dilinin son derece zengin anlatım olanaklarına sahip olduğu düşünüldüğünde, diyaloglar veya monologların ağırlıklı olarak öne çıkması yönteminden daha çok sinematografik elemanların öne çıkmasını sağlayabildiği ölçüde yaratıcı olabiliyor. Fikret Bey’in, bir ilk uzun metrajlı film olduğu düşünüldüğünde ise, Selma Köksal’ın iki kısa film denemesinden sonra sinema olarak yansıtılması zor olan bir dünyanın altından yüz akıyla çıktığını belirtmek hakkını teslim etmek anlamına gelecektir.

Bülent VARDAR

1961, Ankara doğumlu. 1983 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü, Sinema-TV-Fotoğrafçılık Ana sanat Dalı'ndan mezun oldu. Aynı üniversitede Yüksek Lisans, Marmara Üniversitesi'nde Sanatta Yeterlik yaptı. 1989 yılında yaptığı “Gemi Adamları”, 1991 yılında yaptığı “Geleneksele Dönüş” (TRT 2, İZ TV), 2002 yılında yaptığı “Zührap Usta” (CCN TÜRK) adlı belgesel filmleri yönetmiştir. 2000 yılında Beta Yayınevi tarafından basılan “Sinema ve Televizyon Görüntüsünün Temel Öğeleri”, “20.YY’ın Son Beş Yılında Türk Sineması” (2015), “Sinemada Ses ve Müzik”, “Yaşama Sarılmış Bir Serüven Tuncel Kurtiz (2010), “Ediz Hun” (2012) ve “Bir Sinema Arkeoloğu Burçak Evren” (2012) isimli kitapları bulunmaktadır. Sinema konusunda pek çok film eleştirisi ve makalesi bulunan Vardar, ayrıca film, reklam filmi, televizyon yapımı ve reklam/tanıtım fotografı alanında görüntü yönetmenliği ve aydınlatma tasarımı çalışmaları; Ferhan Şensoy'un "Varsayalım İsmail" dizisinin Işık yönetmenliğini de yapmıştır. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sinema-TV Bölüm Başkanlığı, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Müdürlüğü ve Okan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı olarak görev yapmış ve halen Beykent Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema (TR) Bölüm Başkanı olarak çalışmaktadır. [ Bütün Yazılar ]

Yukarı SB
error: Content is protected !!