Kısafilm

Ağustos Böcekleri ve Karıncalar

Yönetmen Erhan Tuncer’in ilk uzun metraj çalışması ‘Ağustos Böcekleri ve Karıncalar’,

Ağustos Böcekleri ve Karıncalar

Yönetmen: Erhan Tuncer

Oyuncular: Gün Koper, Bennu Yıldırımlar, Erdem Akakçe, Yücel Erten, Özer Arslan, Gözde Kocaoğlu Yağmur

Senaryo: Erhan Tuncer

Görüntü Yönetmeni: Kaan Yenileyen

Sanat Yönetmen: Begüm Bovya

Yapımcı: İlker Avcı

Kurgu: Onat Esenman

Müzik: Cengiz Onural

2016 / 118 ’ / Renkli / Türkiye

Ağır hasta olan Muzaffer bey son saatlerini yaşamaktadır. Kendisiyle birlikte yaşayan genç gazeteci oğlu Kemal, yaşam mücadelesi içinde ayrı düşmüş ağabeyleri Metin ve Aziz’le, ablası Selma’yı muhtemel ‘bir son’ için eve çağırır. Büyük ağabey ile kavgalı olduğu için eve gelmeyen, yakındaki bir kahvehanede haber bekleyen Aziz dışında herkes, kendi yaşam kaygıları ve stresle yüklü olarak baba evine gelirler. Artık son saatlerini yaşadığı düşünülen babaları’ndan çok, bulundukları dairenin, Edremit’teki yazlığın, bankadaki bir miktar paranın nasıl pay edileceğine ve evdeki eşyaların nasıl paylaşılacağına dair sohbete dalan, eski hesaplaşmalar, pişmanlıklar ve suçlamalarla yüzleşen kardeşler, hiç ummadıkları bir sonla karşılaşacaktır.

23. Adana Film Festivali’nde yarışma filmi olmayı başaran, 5. Vangölü Film Festivali’nde ‘Jüri Özel Ödülü’ ve 4. Antakya Film Festivali’nde ‘En İyi Senaryo Ödülü’ alan ve yine 4. Boğaziçi Film Festivali özel gösterimlerinde yer verilen, Yönetmen Erhan Tuncer’in ilk uzun metraj çalışması ‘Ağustos Böcekleri ve Karıncalar’, toplumumuzda yaygın ve sıradan görülebilecek bir yaşam biçimine dair öykü’yü, sanat sineması kriterlerine uygun bir yaklaşımla, bilinen drama kalıpları ve paralel sinematografi anlayışıyla beyazperdeye taşıyor. Öncelikle son dönemlerde, ülkemiz yaşamından öyküleri, özgün bir sinemasal anlatımla seyirciye aktarmaya çalışan ve bu bağlamda, sinematografi ve sanat yönetimine dair detayları kısmen atlayarak, öyküyü anlatmaya yoğunlaşan yönetmenlerin arttığını görüyoruz. Bu durumun temel sebeplerinden birisinin prodüksiyon masraflarını azaltmak olduğuda düşünülebilir. Bu tarzda üretilen filmler festivallerden ödüller kazanmakta olsalar da, gişede aynı başarıyı yakalayamıyor ve fazla gösterim şansı bulamıyorlar. Bu durum doğal olarak bir paradoks olarak karşımıza çıkıyor.

Cinemaximum grubunun sinemalarında, ‘Art House’ türündeki filmlerin ve bu kapsamda festivallerde ilgiyle karşılanmış örneklerin gösterilmesine fırsat sağlanması, genel olarak okullu yönetmenlerin başı çektiği, sinema dramaturjisi ve kuramına özen gösteren ve daha çok festivalleri hedefleyen sinemamız örneklerinin öne çıkmasına olanak sağlıyor. Kuşkusuz bu filmlerin teknik olarak eleştirilmesi yönünde fazlasıyla imkan olsa da, doğru sinema yapmak hedef ve kaygıları, her yönden değerlendirilmelerini ve dikkatle incelenmelerini gerekli kılıyor.

Kullanılan mekanın özellikleri öyküyü anlatmak için büyük ölçüde ipuçları verse de, mekandaki renkler ve teknik olarak çalışmayı zorlaştıran, örneğin mutfak gibi dar alanlar, filmin başlangıcında görsel bir farklılık yaratılmasını engelliyor. Özellikle bu bölümdeki netlik sorunlarıda dikkat çekiyor. Sinemayı tiyatrodan ayıran en önemli özelliğin tek bir bakış açısının kullanılmaması ve doğru çerçevenin belirlenmesi olduğunu düşünerek, filmin akışı içerisinde yönetmenin’de bu durumu bir ölçüde kontrol altına aldığını görüyoruz. Hikaye ilerledikçe, Alfred Hitchcock’ın ‘bir şeyin çerçeve içindeki boyutunun, öykünün içindeki önemiyle orantılı olması gerektiği’ sözlerini hatırlatırcasına, karakterlerimizin yakın plan çekimle çerçeveyi doldurduklarını görüyoruz. Bu, karakterleri yakın plana alan çekimler ve müzik kullanımı, senaryoya destek oluyor ve filmin görsel eksiklerini bir anlamda kapatmaya başlıyor. Ve böylelikle yalnızca bir aile dramının değil, gerilim filmi unsurlarının da beyaz perdeye yansıdığını ve öyküye hakim olduğunu anlıyoruz. Yine benzer öykülerin olmazsa olmazı öteki kadın ve ortaya çıkan ‘diğer’ kardeş, Kemal’ın yaşadığı gelgitler, seyircinin kafasını yeterince karıştırmaya ve filme farklı bir dinamizm katmaya yeterli oluyor. Ancak bu bölümlerin öyküyü yeterince desteklemediği ve sinemasal anlatımda boşlukların ortaya çıktığı görülüyor.


Özellikle Alfred Hitchcock gibi sinema tarihine adını yazdırmış yönetmenlerin tek mekanda yapılan çekimlerle kotardığı usta işi gerilim filmlerine yakın bir anlayışla, kısıtlı ve sıradan bir mekana sıkışan, çok az dış çekimin kullanıldığı bu aile geriliminde, genç kardeş Kemal rolünü üstlenen Gün Koper’in iyi bir seçim olduğunu belirtmek abartılı olmayacaktır. Küçük burjuva ve geleneksel Türk aile yapısının her bakımdan ihmal ettiği ve genellikle angarya sayılan sorumlulukları üzerine yıktığı ‘küçük kardeşe’, deneyimli oyuncular, Bennu Yıldırımlar ve Erdem Akakçe, sürprize açık olmayan, aşinası olduğumuz bir performansla eşlik ediyorlar. Duayen tiyatrocu Yücel Erten, filme fazla katkısı olmayan yardımcı rollerde karşımıza çıkarken, bu noktada bir eleştiri yapmakta kaçınılmaz hale geliyor. Artık bir fenomen haline gelmiş Süper Baba’nın Elif’i ve Yaprak Dökümü’nün Fikret’i, Umutsuz Ev Kadınları ve Gönül İşleri gibi dizilerde benzer rollerle geniş hayran kitlesine ulaşmış deneyimli oyuncu Bennu Yıldırımlar’ı farklı karakterlerdede görmek istiyoruz. Yönetmen Erhan Tuncer’in, özellikle uzun bir aradan sonra sinemaya dönen oyuncuya bu konuda yeterince fırsat tanımadığını ve risk almadığını görüyoruz.

Ağustos Böcekleri ve Karıncalar, tüm eksiklerine karşın belli düzeydeki çizgiyi tutturan ve sinema kaygısı olan bir film. Kuşkusuz filmin şansı olarak gördüğümüz tecrübeli oyuncuların önemli desteğine karşın, senaryonun yeterince olgunlaşmadığı ve boşluklar olduğu hissine kapılıyorsunuz. Bu durum filmin temposunun düşmesine ve sarkmalara neden oluyor. Bu noktada ilk uzun metraj çekmekten doğan kaygıların ve belli detaylara yoğunlaşmanın, bütünün kontrolunu zorlaştırdığı, ışık düzenlemeleri, objektif perspektifi ve mekanın yayılımı bakımından yapılabilecek düzeltmeler olduğu ve bunların filme katkı sağlayabilecekleri görülüyor.

Son yıllarda, yukarıda değindiğimiz gibi, Türkiye sineması kapsamında, yeni nesil yönetmenlerin yerleşik sinema kuramlarını esneten serbest bir tarz geliştirdiklerini ve minimalist bir sinema akımına yöneldiklerini izliyoruz. Özellikle başarılı görüntü ve sanat yönetiminin, en az öykü ve oyunculuk kadar filme katkı sağlayabildiğini, ‘Kalandar Soğuğu’ gibi filmlerde görmüş olmak ve Yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın, görüntü yönetimi’yle de büyük övgüler alan ve prestijli Altın Palmiye Ödülü’ne uzanan filmi ‘Kış Uykusu’, sinemasal anlatıma belli yönleriyle yoğunlaşmamak gerektiği bakımından güçlü bir örnek oluyor. Diğer yandan Türkiye tipi küçük burjuva yaşamının, mütevazı bir apartman dairesi, kooperatif yazlığı ve bankadaki bir miktar paraya sıkışmış sosyal fotoğrafı, bize farklı okumalar yapmak imkanı sunuyor. Bu sıradan ve tekdüze yaşam biçiminin aile içerisinde yarattığı kırılmalar ve bunun psikolojik yansımaları, kardeşler arasında dahi duvarlar örülmesine ve ötekileştirmelere yol açıyor. Bir yönüyle ülkemizin başlıca kentlerindeki mütavazı semtlerde yaşamlarını sürdüren sıradan insanları gösteren bu fotoğraf, diğer yandan toplumumuzun en önemli sosyal eksikliğini ve bu eksikliğin toplumsal dinamizme olan negatif katkısını da bizlere hatırlatıyor. Ülkemize, abartılı yaşamları, lüks konut ve araçları sergileyen dizilerin başarısını anlamak için geldiği iddia edilen yabancı yapımcıların, esas araştırmaları gereken noktanın, bu hayal ve özlemler içerisinde gerçeklerden kopmuş ve hayatta yüzleşmek zorunda kaldıklarından ötürü fazlasıyla mutsuz küçük burjuva yaşamlar olduğu ve bunları sorgulamalarının daha gerçekçi sonuçlar vereceğininde özellikle altını çizmek gerekiyor.

Yönetmen Erhan Tuncer’in ilk uzun metraj çalışması olan, ‘Ağustos Böcekleri ve Karıncalar’, genel olarak vasat bir film görünümü sergilemesine karşın, doğru sinema kaygısı ve deneyimli oyuncularının performanslarıyla öne çıkan bir çalışma. Bir ilk film olarak belli ölçülerde amacına ulaşmış olması kadar, Bennu Yıldırımlar gibi deneyimli oyuncuları da filme dahil etmiş olmanın, bir diğer başarı olduğunu vurgularken, bu tarzdaki doğru sinema kaygısı olan çalışmaları desteklemek görevininde sinemaseverlere düştüğünü bir defa daha hatırlatmak istiyoruz.

Hikmet Vardar

Yukarı SB
error: Content is protected !!