Kısafilm

Çatışma

Kahire, 2013 yazı. İslamcı kimliğiyle öne çıkan başkan Mursi’nin askeri darbe sonucu devrilmesiyle ülke yeniden kaynamaya başlamış, bir çok farklı kesim ve kimlikten insanlar tekrar sokaklara dökülmüştür. Ancak dün Mübarek rejimine karşı omuz omuza direnenler, artık karşı karşıyadırlar. Bu kargaşada, güvenlik güçleri, yaşlı, kadın, çocuk, genç demeden herkesi gözaltına almakta ve tutuklamaktadır…

Çatışma

Yönetmen: Muhammed Diab

Oyuncular: Nelly Karim, Hany Adel, Tarek Abdel Aziz, Ahmed Malek, Mai El Ghaity (Aisha), Mohaem El Sebaey, Ahmed Dash, Husni Sheta, Aly Eltayeb, Amr El Kady, Mohamed Abd El Azim

Senaryo: Khaled Diab, Muhammed Diab

Görüntü Yönetmeni: Ahmed Garb

Kurgu: Ahmed Hafez

Müzik: Khaled Dagher

2016, Mısır-Fransa-Almanya, 97 dk, Renkli, Arapça

Kahire, 2013 yazı. İslamcı kimliğiyle öne çıkan başkan Mursi’nin askeri darbe sonucu devrilmesiyle ülke yeniden kaynamaya başlamış, bir çok farklı kesim ve kimlikten insanlar tekrar sokaklara dökülmüştür. Ancak dün Mübarek rejimine karşı omuz omuza direnenler, artık karşı karşıyadırlar. Bu kargaşada, güvenlik güçleri, yaşlı, kadın, çocuk, genç demeden herkesi gözaltına almakta ve tutuklamaktadır. Yönetmen Muhammed Diab’ın kamerası, bir polis kontrol noktasında gözaltına alınanları hapishaneye taşıyacak kamyona ve her kesimden sırayla gözaltına alınan insanlara çevrilmiştir. Tüm farklılıklarına karşın bu seyyar nezarethaneye sıkışmış insanlar dayanışma içerisinde olmak zorundadır. Bu dar alanda geçmek bilmeyen bir günün sonunda, farklılıklarını unutacak ve insan olmanın ortak paydasında buluşmaya çalışacaklardır.

Yıllar sonra 2016 Cannes Film Festivali’nin ‘Belirli Bir Bakış Bölümü’ açılış filmi olmayı başaran ilk Arap filmi olan ‘Çatışma’, bu mücadelenin bir kesitini sunuyor. Kahire 678 (678 Numaralı Otobüsteki Kadınlar) filmiyle tanınan yönetmen Mohamed Diab’ın bu içburkucu, direniş, bölünmüşlük ve kurtulma mücadelesinin öyküsü, birbirinden farklı bir grup insanın kader birliği yapmak zorunda kalışının ve şartlar gereği insani değerlerde güçbirliği oluşturarak, bu durumdan kurtulma çabalarını anlatılıyor.

İslam coğrafyasının önemli parçası Mısır, Batı ile sorunları tükenmeyen ve adeta bir kan davasının tarafı olan Arap ülkelerinin sırasıyla yüzyüze kaldığı ya da bırakıldığı ve Arap baharı diye adlandırılan toplumsal hareketin kaçınılmaz olarak içerisinde yer aldı. Ancak bu durumun bir bahar mı ya da Suriye’de görüldüğü gibi cehennemi bir kış mı olduğunun ciddi bir değerlendirme konusu olduğunun öncelikle altını çizmek gerekiyor. Yönetmen Metin Erksan’ın severek logo haline getirdiğimiz ‘sinema insanı anlatır’ tümcesini doğrular biçimde, Yönetmen Muhammed Diab’ın kamerasıda kamyon kasasındaki her türlü insani değerden uzak bir seyyar nezarethane’den insan kesitlerini, tarafsız ve çarpıcı bir belgesel gerçekliğinde bize sunarken, seyirciyide kamera gözüyle bu atmosfere dahil ediyor.

Ülkelerin ve bu ülkeleri yönetenlerin insana dair değerlere ne denli önem verdiklerini anlamanın bir yoluda toplumsal yaşamın detaylarında gizleniyor. Mısır gibi bir coğrafyada, yaz sıcağında, insanları, sac’tan yapılmış yalıtımsız bir kamyona tıkıştırmanın ne anlama geldiğini açıklamaya çalışmak dahi anlamsız. Benim ilk aklıma gelen Birkenau’da çekim yaparken yakından incelemek fırsatı bulduğum Nazi tren vagonu oldu. Hayvan taşımak için yapılmış, havalandırma mazgallarından başka açık yeri olmayan bu vagona kadın, erkek, çocuk ayırt etmeksizin insanların tıka basa dolduruldulduğu, insani olmayan koşullarda günlerce süren yolculukla bu kamplara getirildikleri ve en az yüzde altmışının doğruca ölüme gönderildiği düşünülürse (çünkü ilk durak Gestapo doktorları’nın kampta çalıştıracakları insanları seçtiği küçük bir istasyon görünümündeki baraka ve önündeki peron olurken rayların son bulduğu ikinci durak, gaz odaları, fırınlar ve kül havuzlarının olduğu devasa iki tesis oluyordu), bu dolaylı cezalandırma eyleminin bugün dahi geçerliliğini koruduğu kolaylıkla anlaşılabilir.

Bu süreç özetlenecek olursa, Mısır’ı 30 yıl boyunca yöneten Hüsnü Mübarek’in tek adam rejimi, ‘Arap Baharı’ ile sona ermiş ve Mübarek yargılanarak müebbet hapse mahkum olmuştu. Ancak 3 Temmuz 2013’te gerçekleşen askeri darbe sonrası hakkındaki suçlamaların bir kısmı düştü. Mübarek, altı yıl tutuklu kaldıktan sonra 24 Mart 2017’de serbest bırakıldı. Ağustos 2011’de başlayan davalarda, 900 protestocunun hayatını kaybettiği olayların sorumlusu olmak ve çok sayıda yolsuzluğa karışmak suçlarıyla yargılanan Mübarek 1972’de, kendisinden önceki Cumhurbaşkanı Enver Sedat tarafından Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilmiş, İsrail ordusuna karşı gösterdiği başarılar nedeniyle onur nişanına lâyık görülmüş ve Enver Sedat’ın en güvendiği isimler arasına girmişti. Ancak Enver Sedat’ın, Ekim 1981’de suikaste uğrayıp hayatını kaybetmesiyle önü açılan Mübarek, Sedat’ın ardından Mısır’ın dördüncü cumhurbaşkanı oldu. Mübarek liderliğindeki Mısır, İsrail-Filistin sorununun temel arabulucu ülkelerinden biri haline gelirken, Mübarek, dış politakada elde ettiği göreceli başarıyı ülke içinde gösteremedi. Demokrasi ve insan haklarıyla ilgili ciddi bir gelişme sağlanamazken, güvenlik güçleri, başta İslamcı gruplar olmak üzere, çok sayıda muhalif unsuru uzun yıllar baskı altında tutmaya devam etti.

Arap Baharı ile devrilen Mübarek’in, Mayıs 2013’te başlayan yeniden yargılaması esnasında askeri darbe yapıldı. Mısır’ın 25 Ocak 2011 Devrimi sonrası demokratik seçimlerle iktidara gelen ilk cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi, göreve başladıktan bir yıl sonra 3 Temmuz 2013’te darbe ile devrildi ve hapse atıldı. Bu bağlamda Muhammed Diab’ın Fransa ve Almanya destekli filmi, bu dönemi ve Arap Baharı’nın Mısır’a olan yansımasını yalın ve çarpıcı bir sinema diliyle beyaz perdeye aktarıyor. Müslüman Kardeşler’in halktan kopuk ve aşırılıklara örnek olacak uygulamalarının da katkısıyla toplumda yaşanan derin görüş ayrılıkları ve ortaya çıkan çatışma ortamı, hoyrat bir seyyar nezarethanede çeşitli toplum kesimlerinden insanları biraraya getiriyor ve gerilim sinemasının yalın ögeleri kullanılarak bu atmosfer seyirciye aktarılıyor. Özellikle Amerikan pasaportlu Mısır asıllı serbest gazetecinin ilk gözaltına alınan oluşu, saatine gizlenmiş kamera ile her riski göze alarak gazetecilik yapmak gayreti, Mısır gibi ülkelerde gazeteci olmanın zorlukları ve anlamını bir çırpıda özetliyor. Kuşkusuz bu coğrafyada benzer görüntüler televizyon ekranlarının değişmezleri olsa da, peyazperdeye yansıtılan bu çaresizlik ve çatışma hali, seyirci üzerinde önemli etkiler oluşturuyor. Su, tuvalet gibi sıradan ancak önemli ihtiyaçlara dahi kulak vermeyen, her türlü sosyal ve insani değeri gözardı etmiş, vicdanı ile emirler arasında kararsız kalmış, bu kargaşada kendilerini dahi korumaktan aciz güvenlik görevlileri, nefes almanın dahi imkansız hale geldiği kamyon/nezarethane içindeki çatışma kadar, dışarıda da yaşanan ve can alan olaylar, bu kargaşa içerisinde bir türlü hapisaneye ulaşılamaması, karşıt kesimlerden iki kadının sergilediği dayanışma ve cesaret, yaşanan ölümler, temposu artan bir gerilimle farklı görüş ve toplum kesimlerinden olan ve kapana sıkışmış bu insanların kurtuluş mücadelesinin sekansları haline geliyor. Mısır toplumunun fay hatlarına da usulca değinen ve her dini kesimden temsilciyi bu kadraja dahil eden film, uzay çağını yaşayan bir dünyada, gerçek yerinin ne olduğunu belirleyememiş ve batıyı her fırsatta cömertçe eleştiren İslam ülkelerinin, kendi halklarına karşı sergiledikleri hoyratlığı ve yaşananları sergileyerek, ayrı bir sebep sonuç ilişkisi bakımından yapılabilecek okumaları da gerekli kılıyor.

Doktor Jivago, Arabistanlı Lawrence gibi önemli filmlerle tanınan Mısırlı ödüllü oyuncu Omar Sharif, ölmeden önceki son günlerini Kahire’de, Tahrir meydanı’na bakan evinde olaylara tanık olarak geçirmişti. Mohamed Diab’ın filmi de bu çatışma ortamının bir kesitine sinema seyircisini bir tür tanık haline getiriyor. Küreselleşme sonucu ortaya çıkan sosyal yansımaların, Ortadoğu’nun çalkantılı cografyasında bölünme ve çatışmayla içiçe geçmiş ne denli yıkıcı ve acımasız etkileri olduğunuda bu dar kesit içerisinde tüm çıplaklığıyla anlamak imkanı buluyoruz. Kuşkusuz bu okumalar, bizim gibi toplumlar için farklı anlamlar da içeriyor. Bu denli bölünmüşlüğün, toplumları hangi noktalara getirdiği ve gerçek demokrasinin her toplum kesiminden insanın, insana yakışır biçimde yaşaması için mutlak bir zorunluluk olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Bu bakımdan Çatışma filmini, 1966 yılında 27. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülü alan, iki dalda Oscar’ a aday gösterilmiş İtalyan yapımı ‘Cezayir Savaşı (The Battle of Algiers)’ gibi, sinema sanatının tarihe kayıt düşen örneklerinden birisi olarak değerlendirmek abartılı olmayacaktır. Absürt komedilerin sinema salonlarına egemen olduğu bir dönemde, Cinemaximum grubunun sinemalarında, ‘Art House’ türündeki filmlerin ve bu kapsamda ‘Çatışma’ gibi festivallerde onurlandırılmış örneklerin gösterilmesine olanak sağlanmasının önemli olduğunu ve bu bağlamda sinema severlerinde gereken desteği sağlamalarının önemine işaret ediyoruz.

Hikmet Vardar

Yukarı SB
error: Content is protected !!