Kısafilm

bumblebee

Bumblebee – Arkadaşlık

IMAX sisteminin filmlerden önce jenerikte yer alan bir motto’su var.

bumblebeeBUMBLEBEE | ARKADAŞLIK

Yönetmen:Travis Knight

Senaryo: Christina Hodson

Oyuncular: Hailee Steinfeld, John Cena, Jorge Lendeborg Jr., John Ortiz, Jason Drucker, Pamela Adlon, Stephen Schneider

Görüntü Yönetmeni: Enrique Chediak

Kurgu: Paul Rubell

Müzik: Dario Marianelli

Yapım Yılı ve Süre: 2018/118 dk.

IMAX sisteminin filmlerden önce jenerikte yer alan bir motto’su var. Filmi seyretmekle yetinme parçası ol biçiminde aktarılabilecek bu anlayış, günümüzde sinema teknolojisinin ulaştığı olanakları özetlerken, her zaman teknik üstünlüğünü, özel efektler, heyecanlı araç takip sahneleri, silahlı çatışmalar ve benzeri her türde gerçek ve gerçek dışı şiddetle ayrı bir beceri ve üslupla harmanlayan Hollywood’un, özünde farklı şeyler sunmasa da bu geleneği günümüze başarıyla taşıdığı, dijital teknolojilerden destek alan bir formatla kendisini uzay çağına uydurduğu görülüyor. Diğer bir bakış açısıyla, halen bazı belgesel kanallarına sürekli konu olan ve doğruluğu tartışmalı 51. Bölge öyküleri ve bunlara paralel gelecekten falcılık yapan anlayışlar, önemli belgesel kanallarında büyük harcamalarla kotarılan fütüristik diziler acaba bizleri birşeylere mi alıştırıyor ve Amerikan sinema endüstrisi her zaman olduğu gibi üzerine düşeni başarıyla yerine mi getiriyor?

Yapım notlarından aktarıldığı kadarıyla Christina Hodson’ın ilk taslağı, 2016 sonbaharında tamamlanmış ve öykü, Hailee Steinfeld’in “Charlie” ve Bumblebee karakterinin merkezde olduğu duygusal bir hikayeymiş. Hodson şunları söylüyor; “Maceralarda kızları görmeyi seviyorum. Tipik kalıplara girmeyen bir dişi karakter yaratmak istedim. Charlie’nin bir yabancı gibi hissetmesinin nedenlerinden biri de birçok özelliği olması. Zeki ama biraz geleneksel bir tip, biraz erkeksi, biraz da sporcu. Kesinlikle Transformers tarzı gerilim, adrenalin, macera ve eğlenceyle dolu. Ama çok fazla duygu da içeriyor.”

Yapımcılar ve Paramount, Christina’nın taslağını okuduktan sonra hikayesinden çok heyecanlanmış ve hemen yapıma geçmişler. Di Bonaventura şöyle söylüyor; “Christina, macera duygusunu aktarabildi ve benzersiz bir dişi kahraman yarattı.” Tek bir karaktere odaklanma fikri, orijinal Transformers’ın yaratıcıları olan Hasbro tarafından da büyük bir hevesle karşılanmış. Şirketin CEO’su ve filmin idari yapımcısı Brian Goldner, Bumblebee’nin “iç hayatını” anlatan senaryoyu okuduğunda memnun olmuş. “Biz Hasbro’da Transformers dünyasının koruyucularıyız. Bu yüzden de özellikle Charlie’nin onu hayranlarının bildiği ve Bumblebee hakkında sevdikleri şeye yepyeni bir yolla doğrudan bağlayarak ona hayat verme şeklini beğendik.

Yine Di Bonaventura, “Bumblebee, mükemmel bir seçimdi. Hayranların favorisi ve muhtemelen en çok insana benzeyen robot. Bumblebee samimi, gençlik coşkusuyla dolu, çok yönlü bir karakter.” diye açıklıyor. Goldner ayrıca filmin 1980’lerde, ilk Transformers oyuncaklarının, anime dizisinin ve çizgi romanlarının dünyada fırtınalar estirdiği zamanda geçmesi fikrini de onaylıyor. “Hikayeyi o canlı yıllarda konumlandırmak, karakterlerinin yetenekli yaratıcılarına muhteşem bir gönderme oldu.”

14 yaşında Coen Kardeşlerin True Grit filminde çıkış yaptığı rolüyle Oscar’a aday gösterilen Steinfeld, stüdyo role seçildiğini ilan ettiğinde sosyal medyadan ve fan sitelerinden aldığı tepkiye çok şaşırmış. Şunları söylüyor; “Büyük bir hayran kitlesi gördüm ve bu dünyanın bir parçası olmanın nasıl bir onur olduğunu fark ettim. Gerçekten çok özel bir iş yaptık. Hem hayranlar hem de seriyle yeni tanışan izleyiciler için heyecanlıyım.” Steinfeld’in sahnelerinin büyük bölümünde Charlie ile bilgisayar üretimi olan Bumblebee’nin etkileşiminin yer alması da oyuncu için benzersiz bir olanak sunmuş. Steinfeld, hazırlanmak için serinin önceki filmlerini izlemiş, orijinale konsantre olmuş ve robotlarla insanlar arasındaki konuşmalara dikkat etmiş. Şunları söylüyor; “Filmde insanlardan daha çok robotla sahnem vardı. Karşında bir şey olmadan rol yapmak çok zordu. Ama Travis’in vizyonu ilk günden itibaren çok netmiş. Kafasındaki hayali beyaz perdeye aktarmak konusunda bir yeteneğe sahip.”

12 yıl önce ilk Transformers filminin White Sands, Mexico’da çekimlerine başlandığından beri popüler bir oyuncağı filme dönüştürme fikri, 3,4 milyarlık gişe hasılatıyla dünya çapında bir fenomen olarak yaratıcılarını bile şaşırtmış. Bu efsane, Bumblebee filminin aksiyon yüklü olduğu kadar duygusal olarak da etkileyici hikayesiyle yeni bir alana giriyor. Film başlarken izleyiciler, Cyberton bilgisindeki Bumblee’yi ilk kez görüyorlar. B-127 olarak bilinen parlak sarı Transformer, Autobotlarla Decepticonlar arasında yüzyıllardır süren savaşta mücadele etmiş öfkeli bir savaşçı. Autobotlar her şeyi kaybetmiş gibi görünürken B-127 bir görevle Dünya’ya gönderilir. Amaç yoldaşları için bir sığınak inşa etmek umuduyla gezegeni ve sakinlerini korumaktır. Shatter ve Dropkick adlı iki Decepticon, kendisini takip ederek dünyamızı ve insanlığı tehlikeye atan bir saldırıyı başlattıklarında, tatbikat halindeki bir Amerikan özel timi, duruma geleneksel yöntemlerle müdahaleye kalkıştığında işler karmaşık bir hal alır. Bumblebee, hurdaya atılmış, sarı bir Volkswagen Beetle ile özdeşleşerek gizlenir ve takipçilerinden saklanmaya çalışır. Ancak babasını kaybetmiş, birlikte yaşadığı annesi, annesinin sevgilisi ve küçük erkek kardeşiyle sorunlar yaşayan ve yeni yetmeliğin tüm hırçınlığıyla kendisine bir otomobil arayan Charlie (Hailee Steinfeld) doğum günü hediyesi olarak kendisine verilen arabayı tamir etmeye karar verdiğinde gerçek kimlik tesadüfen ortaya çıkacak ve macera bambaşka bir yön kazanacaktır.

 

Altını dikkatle çizmek gerekiyor ki, IMAX’ in tüm görkemiyle bizi bir anda 80’lere ışınladığı öykü, özgün transformer teması bir yana, hemen aklımıza E.T. (The Extra-Terrestrial) ve yeni yetme arkadaşını getiriyor. Yetenekli sinema adamı ve beyaz perde’nin masal anlatmakta yeteneklerini kanıtlamış kahramanı Steven Spielberg’in, filmin idari yapımcıları arasında olması, her ne kadar digital teknolojilere mesafeli olduğunu açıklayarak belli projeler dışında yönetmenliğe ara verse de, özel efektlerin, dublörlerin ve her türlü animasyonun öne çıktığı ve içiçe geçtiği görkemli bir seyirliğin garantisi haline geliyor. Kuşkusuz Amerikan yaşam biçimini ve her yaştaki sıradan insanların sosyal kaygılarını da öyküye iliştirme becerisi, oldukça bilindik bir yöntemin tekrarı haline geliyor. Ancak her türlü aksiyon ve teknik mucizenin sergilendiği ve özellikle Spielberg filmlerinin değişmez yöntemi olan ve IMAX teknolojisinin katkısıyla seyirciyi adeta soluk almaksızın beyaz perdeye mıhlayan modern sinema ve anlatım teknikleri, basit bir öyküyü, dramatik yapıyı koruyarak ve teknolojiyle harmanlayarak bir atmosfer yaratma şovuna dönüştürürken, dramaturji bakımından bilinenlerin tekrarı haline geliyor.

Altını dikkatle ve önemle çizmek gerekiyor ki, özellikle Amerikan sinema endüstrisinin geleneğine uygun olarak film türlerinin başarıyla sınıflandırıldığını ve bu noktada önemli ticari bir yatırım halindeki sinema filmlerinin amacına uygun olarak kotarılması bakımından hiçbir detayın ihmal edilmediğini ve risk alınmadığını görüyoruz. Özellikle fenomen haline gelmiş filmlerin ulaştığı büyük gişe başarıları ve yine gerek karakterlerin gerekse filmden temaların modellendiği aksesuarlar ve oyuncaklar, herkesin gözdesi haline geliyor. Bu durumu özellikle Avrupa ve gelişmekte olan ülkelerin film üretme imkanlarıyla kıyasladığımızda, işin ticari boyutunu ve dünya çapındaki başarısını görmezden gelmek mümkün olmuyor.

Bumblebee ya da tam çevirisiyle yaban arısı, genç bir kızın ailevi sorunları ve kişilik kazanma sürecini, eski ancak yerine tam uyan bir deyimle transformer ‘temaşası’yla içiçe sokarak bu türün meraklılarının ve sinemayı bir eğlence ve hoşça zaman geçirme aracı olarak görenlerin beklentilerini fazlasıyla karşılayacak bir film haline geliyor. İstanbul Film Festivali kapsamında restore edilen Bilge Olgaç imzalı İpekçe filminin gösterimi öncesi filmin görüntü yönetmeni Aytekin Çakmakçı ile yaptığımız sohbette her görüntü yönetmeninin gösterge bilimle içiçe olması gerektiğini savunmuştu. İletişim biliminin çokça faydalandığı bu önemli bilim dalının, Amerikalı sinemacılar tarafından gerektiğince yorumlandığını ve böyle bir temanın, otomobilleri metafor haline getirerek nasıl bir gönül kahramanı ve robot asker yarattığını görmek için sinema salonlarında olmak gerekiyor.

Hikmet Vardar

Yukarı SB
error: Content is protected !!